4 Mayıs 2012 Cuma

Başlığa İstanbul yazsam tümden gelirim sanırım

Nasıl başlayacağımı bilmiyorum açıkçası. Nereden kessem de kısaltsam yazıyı diye düşündükçe açılış cümlesi bulamadım. -Yazıyorum lan!-

İstanbul..
-böyle desem dokunaklı olur sanırım-

Uzun zamandır gitmek istediğim ama bir türlü gerçekleştiremediğim, buram buram anı kokan şehir-di. Bir gün Kongre vesilesiyle valizimi hazırladım. Sabahında -yalnızca valizi hazırladıktan 3 saat sonra- Ate ile buluşup biletleri almaya gittik, derken İstanbul. 4 günlüğüne gitmiştim, ablamlara gidince 8 güne çıktı.
Güzeldi. İlk Beşiktaş'ta buldum kendimi, sanki herkes Dilan, herkes Hazal, herkes Burak'tı. Zordu herhangi bir cafede yemek yemek. Yine de 4 yıl sonra ilk defa bende hiçbiri kalmamış/kalamamışken gitmiş olmanın dikliği vardı üzerimde. Unutmuştum onunla öpüştüğüm sokakları, sarhoş sarhoş ona ne kadar aşık olduğumu anlattığım sırtımızın sıvazlandığı yerleri. O duyguyu, şahidi boğazken hem de, "Sen Seviyorum" naralarını duyanlar iyi bilir. Boktandır. Alışılmıştır. Zamanın nankörlüğüne, merhemine uğramıştır. Biraz deşer, derin bir iç çektirir ve daha ilerisi için adım attırır. Ufak bir kalp kriziydi ilk adım. İlk Boğaz portresi; küçücük, ufacık bir kalp kriziydi. Burç'un "Geldim İstanbul" çığlıkları kendime gelmemi sağladı. Sonra da ölen kardeşleri ve ölen sevgiliyi hiç hatırlamadım.

Gelmiştik İstanbul. Kusana kadar içmek için, burada(İzmir'de) boğazımıza düğüm olmuş ne kadar sikik şey varsa hepsini yutmak için gelmiştik. "Yutkunduk da bolca."
Yol boyunca plan yaptım, Neyse ile buluşacaktım, Özgür ile buluşacaktım, ablamlara uğrayacaktım kızçeleri doyasıya öpecektim ve Atelerle bolca vakit geçirecektim. Hiçbirinden taviz veremezdim. Neyse ile dibine kadar içip edebiyat konuşacaktık saatlerce, bunu onun İzmir'e geleceği zaman için planlamıştık aslında, İstanbul'a kısmetmiş diyemesem de pek, onun koluna girip Beyoğlu'nda gezmek huzur olabilmişti benim için. Onun hakkında ve gezdiğimiz yerler hakkında yazabileceğim çok fazla şey var. Fakat yazmayacağım. Belki sonra, onun da iznini alarak.
Buram buram samimiyet kokmadan samimiyetine inandıran nadir insanlardan Neyse, can gibi, dost gibi. Buraya sadece onu çok sevdiğimi ve mütemadiyen özlediğimi yazmak istesem cümleyi taşıdığı anlamından oldukça taşırmış olurum.
Dip:  Büfedeki abilerin neden güldüğünü biliyordum piç. Sen gülerek "Abi gülmeyin" derken, sırtına vurup "Ya Neysee!" dememin sebebi oydu. Şapşal herif. Ağzını burnunu yerim. Etek de candır. Eheh.

Cansularda kaldık bir kaç gün Ate, Burç ve ben, evde bir de Tekila vardı Cansu'nun yavru kediciği. Ben kedileri pek sevmem, bilenler bilir. Ama bu kedi yanıbaşımda uyuduktan sonra sevdiğim ilk kedi oldu, belki eve bir kedi bile alabilirim. (Burç bu kısmı okusa duygulanıp ağlardı) Güzel vakit geçirdik. Hiçsizliği unutmuştum. Kendime geliyordum yavaş yavaş. 4. günde ablamların yanına geçtim. Dora ve Duru'yu saatlerce öptüm. Görmeyeli çok büyümüşlerdi. Dora -ikisi de henüz 2 yaşını doldurmadı- konuşmaya başlamıştı, Duru heceliyordu. Dora üstün zekasıyla ilk dakikada beni dumur etmişti. -Çocuk henüz 2 yaşında bile değil, sayıları ve renkleri biliyor- "Hadi teyje film izleyelim" "Hadi kardeş sen de gel" diyişlerini unutmayacağım. Onları şimdiden çok özledim. Teyzeleri popolarını yer onların. Bi'tanelerim benim. Hayat size bolca kahkaha attırsın. Tebessümle büyüyün.

Ablamlar her ne kadar beni bolca gezdirmek isteseler de Mesude teyze olmasaydı kızçelerden dolayı dışarı çıkamayacaktık. Onun düşünceli davranışları beni hep etkiledi. Yaşına göre oldukça çağdaş, ileri görüşlü biri. O hayatımda bir noktada davranışlarıyla hep hatırlanacak.-İçten bir teşekkürle- Abimlerle/Ablamlarla hayat daha çekilir oluyor. Bunca hiçlik kargaşasında;  kendimizi sevmekten alamadığımız bu hayatla, cazibesiyle bizi korkutan ölümün arasında sıkışmış 4 kişiydik biz Nevizade barlarında; Serhan, Mete abim, ablam ve ben. Öğleden başlamıştık içmeye. Akşamı tahmin edebiliyordum, kaliteli bir yerde salaş elbiselerimizle yemek yiyecek, Boğaz'a/Marmara Denizi'ne karşı şaraplarımızı yudumlayacak, gece ise zevkimize uygun müzik yapan herhangi bir yerde sadece Dora ile Duru'nun adlarını hatırlayacak kadar içecektik.
Öyle de oldu. Önce bir kaç yeri  gezdirdiler. Serhan'ın okuldan çıkmasını bekledik. Yırtık t-shitü deri ceketi ve rugan ayakkabılarıyla Serhan yine Serhandı. Hatta Ankara'ya nazaran daha da Serhan'dı. Ablam da öyle. Keza abim de. Onları daha mutlu görmenin inancıyla ayrıldım İstanbul'dan. Ablam gülümsüyordu. Adını "kronik depresyon" koyduğumuz o boktan şeyden kurtuluyordu.
Bilindik bir şeydir, etrafımızı saran her şeyin bir parçamız haline geldiği, İstanbul ile doluyordu ablam, insanlara karışabiliyordu artık, yakın bir arkadaşıyla içindeki kaosu paylaşabiliyordu, dışa dönüktü daha çok, ışıklıydı, çok seçenekliydi, yorgun değildi. Ablamdı işte. Güzeller güzeli ablam. Gülümsesin hep.
Sevgiyle, Özlem'le. Yanaklarından sömürürcesine öpüyorum. Bana dünyanın en tatlı ikizini veren biricik ablam.

İlk gün nöbetteydi, ameliyat varmış kaytaramadı da, aramızda kalsın da biraz yaramaz bir doktordur. Onun eksikliğinde Mete abimle saatlerce sohbet ettik. Uyuduğumuzda gece 4'tü. Muhtemelen "Morfoz" şeklinde daha önce yüzeysel bir şekilde bahsetmiştim ondan. Ayrı bir kafası vardır onun. Zeki insanların çilesi, doyumsuz olurlar bilirsiniz. Mütemadiyen huzursuzlardır. Yetinemezler pek. Bir de kendi boylarının farkındalarsa hayat pek de iç açıcı değildir onlar için. O da öyledir. Her konuşmamda kendime getirir beni, nefes aldığım yeri anlar, çözümü bilir ama daha çok benden duymayı seçer. Hayatımda tanıdığım "ben entelim" diye geçinen onca insanın tersine gerçekten "entelektüel" kavramını taşıyan bir kaç insandan biridir. Kitaplığı hazinedir benim için. Seyrek görüşebilsek de, benim genç zihnimi öğün öğün doyurur. O gece ağırlıklı olarak masonluk hakkında, baba olmak hakkında konuştuk onunla. İlluminati üyesi, yani mason olan 2 farklı kişinin fikir aktarımı sonucunda ona masonluğu teklif ettiğini ve bu adamların asıl düşünce yapılarını anlattı bana. Tüm toyluğumla hayranca dinledim onu, sorular sordum. O bana parkta çocuk nasıl sallanır diye anlatsa aynı toyluğumla ve aynı hayranlıkla dinlerdim herhalde.
Tüm sevgimle. Adını metefor koyduğumuz her şey adına diyorum ki; sırf dışımız değil içimizdeki mükemmellikte bozulmaya mahkum nasılsa; hep genç kalasın.
- Teyje olmanın verdiği olgunlukla yazıyorum. Eheh.

O gece abimle ablam evliliklerinin gidişatı hakkında derin bir sessizlikle birbirleriyle konuşurken Serhan ile ben ötekileştirilmek hakkında konuştuk bolca. Katıksız güneşi ve özgür enginleri sorguladık. Sonra ayaklarımızı uzatıp ufku deliler gibi arzuladığımızı hatırlattık birbirimize. Sonra aşağı bara indik. Canlı müzik yapan grup moladaydı. Biz dans ettik. Çığlık attık. Sahneye çıktık. İçtik içtik içtik. Dönüş yolunda ablamı abim, ya da abimi ablam taşıyordu. Serhan'ı da ben. -Ben sarhoş değildim, en az onlar kadar içmiş olsam da yavaş içtiğim için çarpmıyyor bu meret beni- Bakanlara "Biz sarhoşuuz" dedik. El salladık. Ve başımıza bir iş gelmeden taksiye bindik.
Serhan; olduğun kişiyle mutlu ol. Hem sen nasılsa "Avrupa görmüş insansın". Hiç! Sen yırtık t-shirtlerinle Polatlı sokaklarında yürüsen bile havandan geçilmez bebeğim. Hehe.
Şaka bir yana, kayıpların seni etkilememesine öyle sevindim ki. İyi ol. O göbeği açık gri t-shirtünü bir daha giymemen dileklerimle! Eheh.
-Bu İstanbul durağı hakkında bahsedebileceğim çok fazla şey var, fakat ben o günden bahsetmek istedim sadece-

Kısaca-uzunca böyleydi İstanbul. Ezilmiş umutsuzluk ve gelecek kokuyordu buram buram. Kendimi hatırlattı bana. Kayboluşumun farkına vardım. Sessizce toparladım tüm parçalarımı, kimsenin ruhu duymadı ama kendimdim en sonunda. İzmir'e gelir gelmez odamı değiştirdim. Odamın kapısına Morrison'ın o güzel yüzünü tüm renklerle taşıyan The Doors  posterini yeniden astım. Kısa saçımın uzun bıraktığım kısmını beyaza boyadım. Bir kaç pantolonumu yırttım. Tırnaklarıma "yeşi french" yaptım. Ertesi gün İzmir sokaklarında dans ettim. Tüm toplum normlarını yıkarcasına yeniden bendim.
Hani, "Evet"in içinde ne ararsan vardır ama en çok netlik taşır ya; öyleydim işte.

2 yorum:

  1. seninle yasadım hepsini... hatta okurken belki bir tesadüf aynı yerdeyizdir o sırada diye heyecanlandım.

    ve

    İzmir'deki seni daha çok sevdiğimi anladım!

    YanıtlaSil
  2. Hayat o kadar uzun olursa, bir dahakine görüşürüz de Nini. O sapsarı saçların ve içten gülümsemenle sana sarılmakta zorlanmam.

    İzmir'de ki ben, ah bu ben..:)

    YanıtlaSil