29 Aralık 2011 Perşembe

Digital picture

Geçenlerde okul projesi için arkadaşım fotoğraflarımı çekmek ve portre olarak resmimi yapmak istediğini söyledi. Bir resmi de bir mekan içerisinde farklı objeler katarak çizeceğini bunun da galeriye gideceğini söyledi. Son zamanlarda modelleri olmam için kapımı çalan insan sayısı fazla. Üstelik hiç modellik yapmadığımı, benden model olmayacağını defalarca söylememe rağmen. Yine de her birine elimden geldiğince yardım etmek istediğim için oturup kimler modeller olmak için yardım edebilir diye çoğunlukla tecrübeli arkadaşlarıma bakıyorum. Onca hatunun/adamın aksine, digital fotoğraf makinasıyla dolu fotoğraflarım olsun istemiyorum. Ego fışkırmış kareler gibi geliyor bana. Bu yüzden hiçbir zaman o karelerin içerisinde olmak tercihim olmayacak.

Ama resim bambaşka. Çıplak görüyorsun. Teknoloji ile değil kendi renklerin ile oynama yapıyorsun. Elimde Artist dergisinin kasım/aralık sayısı var. Yağlı boya ile Deniz Sağdıç'a yer vermiş bir kısmında. O resmi bulamasam da başka bir resmini yayınlamak istiyorum.
  

Sizce de fotoğraftan katbekat iyi değil mi ? Bir fotoğraf makinasının çıkardığı işten daha yaratıcı geliyor bana. Bunu da çok beğendim. Belki blog resmim yapabilirim.


Yarın bir gün iyi bir sanatçı olursa, tarihe not düşülsün;
Adımı sanımı bilmeden -benim biraz önce yukarıdaki resme yaptığım gibi- resmime bakıp "demek henüz öğrenciyken yaptığın o çalışma buydu, model kimdi peki?" dedirtemediğim için, seni reddettiğim güne lanet edeceğim.

Son olarak, tuval üzerine yapılmış her çalışmayı, film banyolarına yeğlerim. Bu fotoğraf çekmeyi sevmediğim anlamına gelmez ama.

İlk defa böyle bir yazı yazdım. Martılar falan..
Ağrım olmadığı zamanlar hastaneler çekilir oluyor. İnsanları izlemekten zevk alan biri olarak söylüyorum bunu. İnsanların bedenlerinin verdiği yorgunluğu yüzlerine yansıtışını inceliyorum doktor beni çağırana kadar.

Fakat bugün farklı bir şey oldu. Beni derinden etkileyen bir şey.
Van'da depremi yaşamış buradaki tanıdıklarına gelen bir aile vardı hemen yanımda. 3-4 yaşlarındaki torunlarını cildiyeciye getirmişler. Olağandır; sıra gelene kadar diğer bekleyenlerle sohbet etmek. Onu yapıyorlardı onlar da. Hastalardan biri o küçük çocuğa "deprem nasıldı" diye sordu. O an o küçük çocuğun gözlerindeki şaşkınlığı, ne olduğunu henüz bilmediği o korkuyu gördüm. Ellerini birbirine çarpıştırarak anlattığı "deprem" sırasını bekleyen diğer hastaların gözlerini ondan ayıramamasına neden oldu.

-Peki ya evinize ne oldu?

Yine ellerini vurarak tarif etti yaşadıklarını. Sonra "evimize gidelim" dedi dedesine. Mızmızlanacağını anlayan, soruyu soran o kadın, "biz de gideceğiz ama önce muayene olman gerek biraz daha beklemelisin" dedi.
1-2 dk bekleyen çocuk kadına "Sizde oyuncak var mı? Benim oyuncaklarım evimizde kaldı" dedi.
Kadın evlerinde oyuncak olduğunu onlara gidebileceğini, kendi çocuğunu göstererek beraber oynayabileceklerini söyledi.

Ah ya. Bir çocuğun yaşadıklarını anlatan en iyi cümlelerdendi. Gözlerim doldu, oradan ayrıldım.

Bir kaç tane çikolata ile döndüm. Sıralarının benden sonra olduğunu biliyordum. Çocuğa verdim birazını, yanaklarından öptüm ve ona daha güzel oyuncaklar alınacağını ama biraz zaman geçmesi gerektiğini söyledim. O an daha başka onun anlayabileceği şekilde nasıl konuşabilirdim bilmiyorum. Elimde kalan diğer çikolataları da soru soran kadının çocuğuna verdim. Adım okundu, sıram gelmişti, başını okşayıp doktorun odasına girdim.

Dilerim hayat o küçücük duygularını bir daha yerinden sallamaz çocuk..

25 Aralık 2011 Pazar

Mutsuzluk

Mutsuzluk;
..
diye başlansa da tanımı yapılamaz. Yaprak çıtırtısı bile yetebilir neden olmaya. Hoş, neden de aranmaz zaten. Kasım yağmuru ya da Eylül akşamına gerek yoktur. Mutsuzluktur, umudu yoktur, hepsi bu.

.
.
.

21 Aralık 2011 Çarşamba

Bencil hiç

Adım atıyor.
-Başın dönüyorsa dahi, arkana bak.

Sahi Aruoba'nın dediği gibi; ne kadar oldu olmayalı?

Armudun sapı gibi olacak ama, Cansever'i de bambaşka seviyorum be.
"Kar yağacak bembeyaz olacak unutulmuşluğum."

En güzeli de şu:
"Hiçbir şeyin hiçbir şeyliği gibi bir şeydim."

Dilek gibi

Erken öleceğim. Bunu benliğimde hissediyorum. Midem de sürekli sinyal gönderiyor zaten.
Hani ben öldükten sonra kim arkamdan ağlar insan ne yapar diye düşünmüyorum. Olsa, sikimde değil. Yalnızca kendi varlığımı bulamadan, onu yaşayamadan öldüğüme üzülürüm.

7-8 aydır sirkülasyon halindeki rahatsızlığım 3 gündür "ben daha güçlüyüm" yargılarımın altında kalıyor.

Ya aslında ben başka bir şey söyleyecektim. Kendi rahatsızlığımı da hiç ciddiye almadım amınakoyim neden söyledim ki şimdi. Silmeyeceğim lan.
Beni siktir edin de, Neyse için iyi olmasını dileyelim hep birlikte.
Destek yollayalım akyuvarlarına. Komutanının beynini siksinler. Sonra o iyi olsun.

Not: Haksızlık ve nefret söz konusu olunca sürekli küfür ediyorum. Bak ya. Sonra okuyunca pisliğimden nefret ediyorum. Görmemezlikten gelseniz ya?
Kötü değilim. Gerçekliğim bu.

13 Aralık 2011 Salı

Blog olsun diye bıdıbıd

Bazen..

Bilgisayarsızlığın sonu gibi.
Ama okumak, her şey buradan geçiyor işte, okumak..

Ne diyelim, tüm iyi ki'lere, bu evdeyken, iyi ki.

Gökhanlarda, bir kaç satır karalamanın keyfi.
Keyif dediysek, öyle işte.