29 Ocak 2011 Cumartesi

haberlerden kesit

evet, haberlere bir göz gezdireyim dedim manşette gördüğüm haber bir genç kız öleceğini feysbıktan bildirmiş. sonra da kendini asıvermiş. bu kadar basit işte ölüm.
erkek arkadaşından ayrıldığı üzere yatak odasına kendini astığı söylentileri var. insanların tek derdi bu mu gerçekten önyargısını zihine düşürüyor bu olay. ayrılıklar ölümü getirmez!
genç kızımız şöyle yazmış facebookuna; anne, benim yorganım pembeydi, neden beyaz örttün üzerime...? pamuk gibiydi yatağım, neden bugün taştan...? gece lambasını yakmayı unutmuşlar... oysa annem bilirdi, karanlıktan korktuğumu... yağmur mu yağdı acaba? etraf toprak kokuyor... anne yatağıma böcekler girdi, alır mısın...? hafta sonu da değil, neden yıkadılar beni...? üstelik yabancı kişiler...! neden ağlıyorsun anne. neden ağlıyorsun anne, yoksa bana küstün mü...

içim sızlardı nedeni başka bir şey olsaydı. belki de medyaya aktarılan bu kadar bilmiyorum. ama eğer neden sevgili ise buradan sorarım sana genç kız; yazık olmadı mı sana ?

haber burada;http://www.milliyet.com.tr/olecegini-facebook-tan-duyurdu/turkiye/sondakika/29.01.2011/1345788/default.htm

e
kleme: hatunun saçları postiş, aldanmayın.
hayır, duygusuz değilim, haketmeyen ölümlerden haz etmiyorum hepsi bu.

26 Ocak 2011 Çarşamba

Yoğun bakım ünitesinde uzun soluk yansımaları

Anlatmayı beceremeyecek kadar zorlanıyorum yazarken. Bu becerememe durumu değil mi zaten bu diyarlarda hüküm süren. Kırık dökük mizansenler algılarımı başka yönlere çekiyor, rüzgar etkisi yaratıyor adeta saçlarımda, sanki..
Uzun, bakır-kızıl, dalgalı saçlarımda.
Garip. Anlaşılmaz bir çöküş belki de bu, öyle acıtmıyor ama, mücadelelerle umutlarla örüyorum etrafımı.
Dik durmayı elden bırakmamak lazım der bir de bazıları, hipovolemideyim.
Neyse, anlayabilme yetimde de tıkanıklık yok değil. İmkan..
hıı, neee ?
İmkan diyorum, imkan.
Hee  peki, tamam oldu

Yalıtılmışlığın içerisinden titreşen o tiz ses, çağırıyor uykularımdan da pek yüz vermiyorum artık. Kime kızabilirm ki tüm bu olanlar yaşanılanlar için, var mı bir sorumlu ? Var mı hepsinin nedeni benim diyen bir babayiğit. Yok. E o zaman nereye kadar bu savaşlar demezler mi insana.
Sizinle ve kendimle olan bu savaşlar, kavgalar..
Başlangıç olarak şampanya yerine soda o zaman
Mecburen.
Mecburiyetten.
Evet.


Bir garip sancı adı. Gebeliksizlikten ileri gelen, doğuma 3 5 gün kala. Yaşama sancısı adı; acı, tatlı..

25 Ocak 2011 Salı

Biraz yaşam istiyorum sizden

Düşündüm o orada o yatakta yatarken ben ne yapabilirim, nefesimi veremem, kalbimi veremem. Dua edeyim desem dua bilmem. Bir oyun buldum bende. Sesimi dedim duyurursam birilerine, o kalbi kocaman birilerine, onlarda iyi dileklerini yollarsa "o iyileşecek" derse ya da "umarım yeniden" derse ya da ne bileyim işte, açar gözlerini dedim. Yeniden bakar da gözlerimin içine derslerimi sorar, gelecekten sevgililerden bahsettiğimizde "bak üzerse seni hala silahım var, ölmedik ya" der.. daha neler neler der.. Daha ne sohbetler ederiz biz!

Nerden çıktı diyorsunuz. Ben totemlere inanan bir insan değilim, hatta ineğe tapan insanlardan da hiç haz etmem. Zaten benimsediğim bir din bile yok. Fakat bugün, bu yazımı okuyan herkesden biraz mavi göndermesini istiyorum...
Biraz umut, biraz sağlık, biraz nefes.
Kimbilir belki biri, bir şey yada adı her ne ise, sesimizi duyar da O'nun tekrar gözlerini açmasını sağlar.
Çok değil, biraz yaşam istiyorum sizden.

.. Daha ikizlerimizin ilk doğum gününü kutlayacağız biz, daha elini o yatakta bile bırakmadığın o kadınla bir ömür daha yaşayacaksın, Sıla'ya kızacaksın kardeşine su atma kızım diye, derinlere en derinlere gideceğiz daha, sen nasıl elimizden tuttuysan, o koskoca denizde yüzmeyi değil boğulmamayı öğrettiysen biz de sen yorulunca elinden tutacağız, öyle çıkacağız kıyıya.
Daha görmek isteyip de giremediğim bir çok yere yine ilk sen götüreceksin.
Hayır, bizi bırakıp gitmeyeceksin biliyorum.
Gerçekten biliyorum ben!
Hadi siz de inanın bana!
İnanın ki, geri dönsün..

23 Ocak 2011 Pazar

heyhat

Mavi gezegen derler dünyanın adına, böyle bir kabullenişten sonra ben nasıl ihanet ederim maviye!
Evet, yeniden avuçladım onu.
"Başkasına inanan inancından olur." demiş  düşünür Stanislaw Lec.
sorguladım, düşündüm çok düşündüm. Ve son bir aforizmayla soyundum tekrar, yağmurla sulanmış ruhumu güneşe bıraktım. Portakal renkli günler başlatacağım yeniden, yeniden bir mavi..
Ve ben içten gülümsüyorum yeniden..

Anladım ki çoğu insan varolmayı beceremiyor, bu bilinçli bir acizlik duygusu bence. Sonucunda da sakini benmişçesine yalnızlığın pençesine düşüyorum. Bilinçli bir kendini aldatma güdüsü bunun nedeni de. Hepiniz, hepimiz yapıyoruz bunu da kabullenmek istemiyoruz aslında.
Buradan tüm olacak(tı)lara iki cümlelik mektup yolluyorum. Sayfalar yok, satırlar yok, yalnızca iki cümle;
"O" olabilseydik varolabilirdik toğrağımızda. Cennetin gel gitleriyle çalkalanmaz tam da orada olurduk.

Şarkı armağan ederek bu yazıyı noktalıyorum, bu ara çok dinlediğim bir şarkı, cat power, sia tadında her sesi seviyorum sanırım..

20 Ocak 2011 Perşembe

Bu ayıp bir blogtur

Hiç susasım yok. Ardı ardına yazı yazmak istiyorum
yeni yeni yeni yeni

Şu Chet'i her dinleyişimde viski istiyor bünyem. Hıı Chet benim ilkokul arkadaşım. Aynı sırayı paylaştık senelerce. Hadi size de sunayım siz de dinleyin. Beraber bestelediydik yıl 1960 falan. muhahaha.
Adı güzel parçanın.
Hani neredeyse olcaktı öyle bir şey.
uu beybi.


Sanırsam toparlıyorum kendimi. Onca olana götümle gülüyorum afedersin. Bizim sözlüğe bak sen. Herkes herkesle.. Ben de mütemadiyen safım. Kimse bilmiyor aman sözlük canım sözlük modundayım ne zamandır. Nasıl seviştiğimizi de anlatmış mıdır lan? Bu erkek milletinin kadından bir farkı yok amk. Vay arkadaş! Gülüyorum ve yazıyorum inanır mısın! Neyse karar verdik mina,elif ve ben başka sözlüğe abanacağız. Manyağız lan biz. gecenin bilmem kaçında hangi sözlükte yazar olsak diye düşünüp durduk. Sen koskoca gammaz, git çaylak ol. Olcak iş mi bu! muhaha
Bırakıyorum seni ey hede sözlük!

Hı ne diyordum memeler.. Aman işte Chet iyidir. Neredeyse mavidir. Jack Daniels'lada gidesi vardır. İçelim güzelleşelim okurtaç ve yazartaçlar.

Edit: Lanet olası absinth'i Jack'den daha çok istiyorum! Ve bitmiş! Ah abi! Nasıl da bencilsin! hahahahaa

Hold the earth above me!

Dünyayı üstümde tut!
Ne de güzel bir cümle. Farkındalıklarımız getirdiğinden çoğunu götürürken ne de güzel bir cümle. Aslında şu boktan dönemimde ne de güzel geldi bu cümle:
Dünyayı üstümde tut!
Dünyayı üzerimizde tutabilecek tek şey umut, herhangi biri, herhangi bir nesne, herhangi bir tabu değil, sadece umut.
Peki ne kadarımız değerini biliyor bu umudun ? Önceki bloğumda ne de karamsardım. Bir gelip gitmedir aldı başını geldi de gidemedi.
Uzun zaman önce mavi diye tutturmuştum. Etrafımdakiler bilir. Şimdi bu maviyi alıp da cebine koyduğum gerçekten benim Mavi'm miydi ? Hayır. Yanılmışım.
Evet, itiraf ediyorum ki yanıldım.
Hatta itiraf ediyorum ki, öngörülerimin büyük bir yüzdesinde yanıldım. Bunların bir çoğu kendi yaşantıma dair olanlar evet, özellikle de şu "Prens" zımbırtılarında çok yanıldım. 
Ama hemen hemen her konuda yanıldım. Bilinçli bir kendimi aldatma güdüsü hakim oldu düşüncelerimde, olmadı değil, ancak acı çekmeye değil de haz almaya, huzur duymaya bir yönelimim olsun olmadı, olamadı, olamamıştı. 
Düşünüyorum da, imitasyon kurgular aslında her birimizin yaşadığı. Hayran olunan idoller, hayat nedir ne değildir söylemleri.. Bu konuda bile yanılttılar bizi. Sanırım bu yüzden de zor oldu bizim için sağlıklı öngörülerde bulunmak; kapasitemize, istediklerimize, kim olduğumuza hatta kim olacağımıza dair öngörülerimizde. Bir tek hangi rengi seveceğimizde olamadılar. Belki de ben de olamadılar. 


Tabii bunca yanılgının yanında bir de anı yaşa vardı işin içinde, kendini ve dünyayı yeniden ele almak vardı, insanları yeniden seçmek, yeni bir yol yaratmak vardı, SEVMEK VE SEVGİYİ BÜYÜTMEK vardı, varoluşu sarıp sarmalamak vardı.. Dün olmadı belki ama;
bugün oluyor!
Çünkü benim içimde öyle bir mavi var ki..
Mutluluk kaçtıkça elimde olan tek şey umut. Bu kadar sadıkken bana. Aslında çabalarken bir köşeden çıkmaya. Ya da ne bileyim işte can yeleği gibi. Peki neden sırtını dönüp de gider ki insanlar umuda. İhaneti bu kadar mı benimsemişler. Uzun süreli yıkımlardan sonra bile bir umut belirmez mi. Yalnızlık paylaşılmaz belki ama, ya umut..
Birine, bir nesneye, bir ineğe, bir öküze, bir file, bir budaya, bir bir bir.. değil bana olan umudum, inancım. O hep bir yerlerde varolacak  biliyorum. O varoldukça da ben ölümsüz olacağım. Yaşam kadehine önce kanımı akıtıp sonra içmemle ölümsüz olmam gibi, ve sonsuza kadar mutlu yaşadılar değil de sonsuza kadar yaşadı gibi..
Hadi Emilia; Dünyayı üstümde tut!



 "Lay your head where my heart used to be.."
Almost blue!

18 Ocak 2011 Salı

ben kimim miyim mi ?

Bugün içimden geçenleri yazmak istedim, önce bir şarkı seçmeliydim, açtım my favourite dosyasını uzun zamandır dinlememiştim, aynı his belirdi yine bende, olur da okunursa yazım, önce bunu bir açın sonra dinleyin beni. Okuyun demedim evet.. Dinleyin beni..



İnsanların bile bile, isteye isteye yalan söylediklerini farkedişim uzun zaman önceydi. Bunu isteyebiliyorlardı, ucuz şeyler için bu hissi doğurabiliyorlardı. Onlar normaldi, ben değildim! Babamı ilk sevmeye başladığım zamanı hatırlıyorum. Fotoğraflarına bakmak istemezken, durup dururken ortada hiçbir şey yokken, hiç konuşmamışken veyahut tanışmamışken birden o sevdiğim köşede sevdiğim çerçevelikle can buluşu yeniden. Hatırlıyorum, anneme ilk nefret kırıntılarımı. O kendine dönük haykırışlarından, beni inciten, beni kuşatan yakarışlarından dolayı hissettiklerimi..
Hatırlıyorum, sevilmediğimi farkettiğimdeki çaresizliğimi, ısrarla kapımı çalan o kalabalık dünyadaki yalnızlığımı benimseme çabalarımı, unutmayı kendime öğretme çabalarımı, uykusuz gecelerimi, uykusuz o ilk gecemi..
Hatırlıyorum, içeriye alışımı insanları, hiç bitmeyecek sandıklarımı, dost diyip nişanına uğramadıklarımı, en mutlu ya da en kötü zamanlarda yanında olmadıklarımı, yanımda olmayan o tozlanmış raftakileri..

Hatırlıyorum ben nadir zamanlarda onca geçmişi, onca -miş'i. Üzülüyorum bazen, elimden tutanların elini tuttuklarını gördükçe, düğümleniyorum. sadık mı kalıyorumanılara? bazen, o çok ince zamanda yaşıyorum bunları..

Ben aslında hiç sevmiyorum hatırlamayı.

12 Ocak 2011 Çarşamba

Bu blog siyasi içeriklidir

Bu bloğu yazarken acaba  beni de Ergenekon'dan içeri alırlar mı diye düşünmedim değil.
Neyse sevdiğim bir parçayı paylaşmak istiyorum. Bugün bir anarşistim. Kahrolsun Amerika diye sokaklarda yürüyüş yapasım var. Sanırım götüme jop yemeyi istiyorum. Özgür bir ülkeyiz lütfen!
Eminim ki çoğumuz biliyor bu şarkıyı, içeriğini bilen kaç kişi, araştıran kaç kişi o konuda ciddi tereddütlerim var. Her neyse, hadi önce bi dinleyelim..


Klipten çoğumuz aslında ne içerdiğini anlıyor. Tabii o şekilde dikkatli dinleyen kim ? Bilemiyorum. Koyun bir halk söz konusu. Fikirlerini savunamayacak kadar da aciz üstelik. Gerçi bu cümlem yanlış oldu. Adam fikrini söylese içeri alınıyor bir de inatla savunacak mı ? Töbe töbe.

The Cranberries bu şarkıyı neden yazdı ? diye soranlar olacağını düşünüp abandım klavyeye.
 '93 de  İngiltere turnesi sırasında İRA tarafından Londra'daki bir çöp kutusuna konulan bombanın patlaması sonucu küçük bir çocuğun hayatını kaybettiğini biliyoruz. Sahi biliyor muyuz ? Neyse bunun üzerine bu şarkıyı dolores o'riordan tüm bu olanlara tepki olarak yazdı. İşte ben bunu seviyorum. 
Şarkıda "It's the same old theme since nineteen-sixteen " diyor. Oralara kadar gitmiş hatun düşün!
İyi de 1916 da ne oldu ?
Hemen söyleyeyim, emperyalizme karşı İrlanda'da bir ayaklanma yapılmıştı: Paskalya ayaklanması. Okudukça, araştırdıkça hissettim resmen tüm yaşanılanları. Tabii günümüz Türkiye'sine(!) baktıkça da acır oldum halimize o da ayrı.

Ne diyeyim: "Amerika sen çok yaşa!"

(Bu blog ironi ile doludur. Sağlıcakla kalın.)

Geleceğe zırvalar

Az önce internette izlediğim bir vidyodan sonra yazmak istedim düşüncelerimi.
Malum toplumu birbirine bağlayan değerler "şimdi"de yok oluyor yerlerine kötü de olsa bir şey gelmiyor arkadaş! Tecavüzler, sadistçe cinayetler bundan herhalde. Bundan derken, yalnız sevgiliyi dert edip de hayat gitmiyor gidemiyor lan diyen gençlikten söz ediyorum. Popüler kültür eziği gençlerimiz daha da ileride nasıl bir gelecek verecek merak ediyorum açıkçası. Bir melankolik toplum olduk ki, şaşırıyorum! Kabul, sorunlar büyük,üstelik baştakilerin gelecek diye yutturduğu yemler de cabası. Tamam. Bunlarda hemfikiriz. Dayak yemişsin hakkını arıyorsun bunda da hemfikiriz. Lakin televizyona çıkıp acıtasyon yapmaya ne gerek var güzel kardeşim. Neler oluyor dışarılarda neler. Üstelik Fatmagül'ün suçu ne adlı dizinin malum sahensini tıklanma rekorları kırması da gözler önüne seriyor günümüz toplumunu.


10 sene sonra çocuklarımız sokağa çıkmak istediklerinde nasıl cesaret edip göndereceğiz acaba, ya da onun götü yiyecek mi psikopatların arasına çıkmaya diye bir acaba düşürüyor beyine bu gelecek..


Allah(?) geleceğimizi ıslah etsin demek düşüyor dilime.. 

9 Ocak 2011 Pazar

a dream within a dream

Sevgili bayan ; Milena, size Prag' tan sonra Meran' dan yazmıştım. Karşılık vermediniz..Gönderdiğim o pusulacıklara karşılık beklemem yersiz, biliyorum !..Yazmadığınıza bakılırsa iyi olmalısınız ; Bizler çoğunlukla iyi olduğumuz zaman susarız...


Ne de doğru söylemiş Franz Kafka. Hangimiz mutlu olduğumuzda eski sevgilimizi hatırlayıp arama, sesini duyma ihtiyacı duyarız ki ? Peki ya yeni ayrılıklarda falan, o zaman o bizi seven eski sevgilinin sesini duymazsak olmaz'lara düşmüyor muyuz.


Cevap vermiyorsa büyük olasılıkla mutludur. Bu yüzden Emilia ablanız der ki sizlere:
Zorlamayın.


Bizler Tori Amos'ın dedigi gibi güneşin karanlık kısmında değiliz. Mesela ben uzun zamdır o kısmında olmadım. Küçük maviler kaybettim de kendi mavi'mi kaybetmedim.
Ve evet yine Tori Amos'ın dediği gibi bizler kendi iyiliğimiz için ayakta kalmayı öğrenmeliyiz, çünkü her zaman o melek yanımızda olamaz.


..
when you gonna make up your mind,
when you gonna love you as much as i do ?!

..


Öyleyse takalım mı eldivenleri ? Dışarıda beyazlar var!
Kim benimle kartopu oynamak ister ?
Güneş çıkınca erimeyen kardan adam da yaparız üstelik. 







8 Ocak 2011 Cumartesi

maviyi absorbe etmek

Mavi----> Klorofil a ve klorofil b'nin absorpladığı renk.
Ayrıca klorofil a 429 nm, klorofil b 453 nm, karotenoidler ise 450-500 nm dalga boyunda max absorpsiyon yapıyor. Bu hangi dalga boyu diye sorabilirsiniz hemen söyleyeyim, görünür ışık tayfının "MAVİ-mor" ışık bölgesi.
Sonuç ?
MAVİ'nin işine bak sen!

Not: Absorplamak, absorbe etmek soğurmak demektir.

Canını yidiğimin fizyolojisi sen nelere kadirsin böyle nihohahaha

Katil gülümser

eski sevgililerim hala ariyorlar
kimi geçen yildan
kimi önceki
kimi de daha önceki yillardan.
iyi bir şeydir yürümeyen
ilişkileri bitirmek
başarisiz olduğun insandan
nefret etmemek
hatta unutmamak da
iyidir.

ve bana başka biriyle şanslarinin yaver gittiğini
ve mutlu olduklarini söylediklerinde
hoşuma gidiyor.

beni aldattiktan sonra
bütün mutluluklari hak ediyorlar.
hayat çok daha güzel görünüyor onlara
benden sonra.

onlara
kıyaslama imkanı
yeni ufuklar
yeni kamışlar
huzur
ve bensiz bir
gelecek verdim.

telefonu her kapatışımda
adalet yerini buldu, diye hissederim.




Charles Bukowski



6 Ocak 2011 Perşembe

Blog olsun diye 1

Uyuyamamak, karışmak, karıştırmak falan.

Günün kelimesini seçiyorum;
Belki de ..

Ayrıca yaşasın Tao felsefesi!

O zaman sizeee benim biricik sevgilim Sam Beam'den, sahnelerdeki adıyla İron and wine'dan bir parça.
Kapatıyırum pc'yi. İyi geceler, "Belki de" Günaydınlar..


Bir adam birkaç hayal bir de kadın

Hikayemi okuyordu, hayallerimdendi her satır. Böyle bir adamım ben, en çok hayal kurarım, mükemmel yapabildiğim nadir şeylerden biridir bu. Sabırsız biriyim bir de. O okurken dayanamadım bu yüzden, soruverdi dilim alelacele:
-Neyi merak ediyorsun şu an söylesene ?
"Sus" dedi, sayfadan ayırmadan gözlerini ve devam etti:
+Yaşıyorum..

Yüzüne baktım sadece, dudaklarına, burnuna, yüzüne dökülmüş saçlarına..
Bilmiyordu. Aslında ben de bilmiyordum. O hikayemi yaşıyordu, bense hikayelerimde onu yaşıyormuşum, yaşıyormuşum da bilmiyormuşum. Aslında yaşıyormuşuz. Ve ben, meğer hayali değil de gerçeği düşlüyormuşum. (Takılmayın paradoksal önermelerime, kelimelerle dans etmesini sevenlerdenim ben.)
Uyumalıydık, yatmadan önceki klişemizi yapmalıydık, "önce bir aforizma" diye düşünüyordu, düşünüyordu evet. Çünkü ben onu okuyordum adeta. Sonrasında da konuştu tabii :
+"bekle" olsun kelimemiz.
-Bugün beni affet, başım çok ağrıyor, şöyle telafi edeyim; bir masala ne dersin ?
Çocuk gibiydi, telaşı sevinci "yaşasın" diyişi. Adeta bir çocuk gibiydi. Ve bir çocuk gibi korkuyordu da, dudaklarının titrekliğinden anlıyordum bunu. Belki de ben yine okuyordum.
-Hadi o zaman başımı göğsüme yasla...

+ Dur bi, önce yastığımızı düzeltelim sevgilim, başım, başımız yalnızlığa düşmesin..


Anlıyordum... Gözlerine baktım, O kadın'ı gördüm, bir daha sevdim ..

5 Ocak 2011 Çarşamba

dinleti

sübüdübüdüb düb düb
hübüdübü hüb hüb hüb
sübüdü bü sübü dü bü bü dü süb
lay lay la la la la
lay lay la la la la
sübü dübü hübü büüüüüübbbbb
..

3 Ocak 2011 Pazartesi

Hoy hoy da hoy hoy

(Buradaki yazılar yoğun istek üzerine silinmiştir)
Neyse bloğu has günlüğe çevirmeyelim düşünce rafinesinin süzgecini açtıım ve diyorum kiiiii;
Bence yalnızlığımızı kabul etmeden daha düzgün bir şekilde birbirimizle iletişime geçemeyeceğiz. Yani demek istiyorum ki, yalnızlığınızı daha ciddiye almalısınız ama melankolik tavırlarla değil duygusal ergen triplerine hayır. Ablanız olarak söylüyorum yaneeeee hahaahah
Hayat bir yerinden bulup yaka paça atacak bizleri eğer ki çaba göstermemeye devam edersek, bakın bunu da ablanız olarak söylüyorum ahahahaha
Kısa kesiyorum yazıyı, Mete abinin sevdiğim bir sözüyle noktalıyorum. Ne kadar minimal o kadar köfte. Yok bunu ablanız olarak söylemedim ahahahah

(Buradakiler de)