17 Ekim 2014 Cuma

aktarma

Geçişin çiçekleri arsız açar her gece ismimin kuytusunda, görmezden gelirim de rahat bırakmaz yakamı. Ve ben  en çok geçişleri severim yine de. Karanlıktan aydınlığa, yalnızlıktan yalnızlığa, felsefeden edebiyata, edebiyattan halı sahaya..

Vazgeçişler, umutsuzluğa kapılmalar, bir nihilizm akıntısında sürüklenmeler, yine de boğulana kadar yüzmeler..
Hayat olağan devridaimini aksatmadan yapıyor. Peki sen neler yapıyorsun ?
Umutsuz aşklarda yoğrulup mükemmel aşık aramaya başlıyorsun. Ne zamandan beri ele çamur değmeden testiler yapılıyor söylesene bana ? Bileğe kuvvet diyip harika aşklar yaratabilirsin oysa. Zaman kaybetmeden bir şeyler inşa edebilirsin.
Basit hatalar ağır bedeller tahsil ediyor bizlere, kabul. Olsun, yanlış hesapların düşürdüğü omuzların ardından y görünmez mi palamut ağaçları, parkta yakalamaç oynayan çocuklar ? Görünür tabii, görünmez deme hemen. Düşün bi, o zaman bir başka güzel olmaz mı geçişler.
Dur hele, otur bir soluklan , al çayını eline, şeker de orada duruyor. Söyle şimdi, bahardan kışa/kıştan bahara, Leyla'dan Necla'ya/Ahmet'ten Mehmet'e, evden sokağa sokaktan bara, rakıdan biraya biradan şaraba, şaraptan yıllara.. geçsen, geçsem, geçsek ? Kavranmaz mı yalıtılmışlık o zaman. İkonoklastk bıdıbıdılar uyuşturmasın beyin hücrelerini. Şşş.. sessiz olursan birilerinin geçişte olacağını duyacaksın sen de.

Geçmiş'lerdeki kayboluşta bulunan avuntu, kayıp zaman'a yenilgidir yalnızca.
Hikaye anlatıyorsun Emilia deme. Olur, bal gibi de olur. Hangisi yeni ki yaşanmışlıkların ? Herhangi bir kıyıda bilmemiş miydik ? Öğrenmemiş miydik ? Tanımamış mıydık ? Eğer ki ezer geçersen, hiç olurlar! Öyleyse nedir bu şaşkınlık, umutsuzluk, vazgeçmişlik, kararsızlık, korku ??
Hadi ama, bir şeyler avuçluyor bizi, sürüklüyor tik taklarında. Biri kaçıyorsa biri mutlaka kovalıyor, zamana kayıp düşmeyelim, dizimiz kanar, canımız acır mazallah!

Ne diyordum, heh;
"Geç, dönme ama bil!"

9 Ekim 2014 Perşembe

Sor bakalım neredeyim

Boğazıma kadar boka batmışken bir umuda sarıldım Kafka'yı hiçe sayarak.
Bizim gibiler için de umut olmalıydı. Ayaklarım öyle nasır tutmuş ki gidememekten, tüm ihtimaller buzdan soğuk. 
Bir adamın koynunda uyudum da, bir sus payı bırakamadım anlayacağın. -Burada rengarenk bir ev var-
Bu sorguların hiç mi sonu yok? Kendime uzansam hayattan eksiliyorum. Hayata uzansam kalabalığa boyanıyorum; bunca yıl bıçak bileyip kaçtıktan sonra bu insan saçmasından üstelik.
Önce bir babanın saçlarımı okşamasını kaçırıyorum. Sonra hiçbir erkek bir baba olamıyor benim için ki, kimseyi tüm benliğimle sevemiyorum. Yaşama konusundaki beceriksizliğim masada meyve tabağı kalıyor bunun yanında. 
Son kıyametten sonra bile sevginin kellesini vurmuyorum ama. Düşün. O kadar gücüm var hala. Ellerim sıcak diyip, bir cehenneme daha gömülüyorum hep olduğu gibi.
Ne yapsam olmuyor anlayacağın. Sebep sonuçlarda yaşantıların rengi değişiyor hiç istemediğim sahnede. Bunca çığlığım yerine otursa da kötülüğe dair ne kadar üçleme varsa cadının süpürgesine binip bilinmeyen krallığa gidiyor. 
Wristcutters A Love Story'da Eugene (Shea Whigham)'nin arabasındaki o koltuğu hatırlar mısın? Altına ne kaçsa kaybolurdu, karanlık bir döngü görseliyle, alakasız bir sahne oluverirdi filmin içinde de beni hep aynı etkilerdi.
Bu dünyada ne kaldıysa sizin olsun. Ben koltuğun altına yanlışlıkla düşüp, sonsuza kadar yok olmak istiyorum. 
Özlem'e göre benim için hala umut var. Aslına bakarsan bazen ben de öyle hissediyorum; içten içe. Ben her bazen Özlem için de öyle hissediyorum.
Fakat her kurgudan sonra bedel ödeyenin kendi gözlerim olması tüm bazenleri kapı dışarı ediyor. Sessizliğim anlatmıyor, anlatamıyor. Bitkinlikten de ancak bu kadar çıkabiliyorum. Çabam takdire değmiyor da, ben, benim işte.
Duvarlarımın ardında vazgeçmekten başka bir yol da var belki. Anlatması zor. Kaçmak istiyorum en çok. Bazen kaçmaya bile fırsat vermeyecek kadar uzak kalıyorum hatta. Uzak kalamadığım noktalarda da bir şeyler anlatırlarken derin bir pesimist manzarada başka diyarlara yelken açıyorum. Alkolün bakıcılığına gerek kalmıyor çoğunda. Yitişin kollarına nasıl da yumuşak düşüyorum bi' görsen. 
Aslında genel bir portre istiyorum bu dünyadan anlıyor musun? Benim nerede olacağıma dair. Arayışıma dair bir portre istiyorum. 
Fırçayı verin Tanrı'ya.
Sürüklenmeye devam.