13 Haziran 2012 Çarşamba

Her gün hiç doymayacakmış gibi yeni yeni şeyler öğrenen, böylesine aç olan bir ruhun, öğrendiklerini paylaşacak kimsesi olmaması kadar boktan bir şey varsa o da Adnan Menderes'in hükümet başkanı seçildiği gündür.

Lanet olsun.
Kimsem yok.
Hiç kimsem.

İnsanın kendinden başka kaybedecek hiçbir şeyi olmaması nedir ne değildir bilir misiniz siyah tavşanlarım?
Var mıdır bununla ilgili yaşamışlıklarınız yaşatmışlıklarınız?
Hep içinize aldığınız insanları bir zamanlar'a sıkıştırmalarınız,
sıkılmanız,
en değerli dediğinizden bile sıkılmanız..
Var mıdır?
Benim var. Bu nedenle herkese has samimiyeti ve herkese vazgeçmeyi bırakıyorum. Öğretiyorum. Tanrım bacaklarımdan doktrin akıyor(!)

"Seni Seviyorum" ikikelimesi ne kadar gerçek olabilir?
Hiç kimsenin sevmesine inanmıyorum.
Çünkü, zaten, ama ,fakat, bu nedenle, -ki, -de, -mak
Kimsem yok benim.

Kimsesizlik iyidir hem.
Aldırış etmezsin. Tenezzül etmezsin.



Not: Burçiiiiiimnnnn, sen en azından dinliyorsun bir tanem.


10 Haziran 2012 Pazar

sanma ki unuttuk dostum senden geçtik ama ortak anılardan geçmedik.
çalıyor şimdi, pencere önünde incir ağacı..
kanser olan her anayı içimize sindirip dilekler olluyoruz gökyüzüne.
burada bir yerdesin dostum.
raıkı içiyoruz yine. eşlik de ediyoruz, pencere önünde incir ağacı..
hey gidi.
kal sağlıcakla dostum.

kal sağlıcakla.

3 Haziran 2012 Pazar

http://www.youtube.com/watch?v=jQc9o60XWrY&feature=endscreen&NR=1

Bu şarkı derimin içinden girip hücrelerimi buluyor. O denli işliyor içime. Sözlerine pek kapılmasam da. Power metali seviyorum. Sonata'yı ise bambaşka seviyorum. Dinlemiyordum ne zamandır. Ege, Letter do Dana'yı yolladığında fark ettim. Hemen zihnimde Sonata diyince çağrışan Shy tınıları beni buraya getirdi işte. Shy bir başkadır. Bambaşkadır.
Bateristleriyle bilinir Power metal grupları, burada pek belli etmez kendini ama Tony Kakko'nun sesi, Jani Liimatainen'in gitarı, Janne Kivilahti'nin bassı, Mikko Harkin'in klavyesi.. Diğer şarkılarda olduğu gibi kendini belli etmese de Tommy Portimo'nın davulu..

Kırmızı şaraptan bir yudum daha.
Bir yudum.
Yudum.
Yudum yudum kederleniyorum. Yudum yudum dinliyorum. Yudum yudum susuyorum.
Her şey yudum yudum.

Gizem'in Umut'a mesaj atması, birilerinin beni araması.. Geçmiş geçmişte kalamıyor. İstesek de önümüze çıkmaktan kendini esirgemiyor. Esirgemiyor kendini neden korktuğumuzu hatırlatmaktan. Kitap sayfalarında karşılaştığım kelimeleri sömürürcesine içime çekiyorum. Materyallere insanlardan daha çok önem verdiğimi hatırladım. Sanki tüm yüzleri toplayıp çekmeceme sıkıştırmışım. Bir de kitaplar. Bay P'yi koklar gibi kokluyorum Bay P'nin kitabını. Gözlerimi kapatıyorum ve soluyorum ne kadar hiçlik üzerine yazılmış hede varsa. Ne kadar isim varsa hepsini soluyorum. Kitap kitap gibi kokmuyor o vakit. Bugün çok ama çok sevdiğim bu kalemden alıntı yapacağım. İsmini özel bir sebepten dolayı şimdilik sakladım. Bugünlük kelimelerimin kellesini vuruyorum gece-işi olmuyor. Ama öncesinde, bugün 8 civarında açtığım şarabı ve sonrasında 2.si ile saati 2.30 ettiğim tadımları paylaşmak istiyorum. Rodolfo'ya yorumumda söz etmemin de etkisi var bunda.



   İnançların ölümüne, dinlerin toza toprağa karışmasına tanıklık eden, bilimlerin alacakaranlığa gömüldüğü bu devirde, duyumlarımız elimizde kalan yegâne gerçekliktir. Aklımızı kurcalayan tek sıkıntı, bizi tatmin edebilen biricik bilim, duyumlar bilimidir..
   İçimizin donanımına özen göstermek -varlığımıza bir anlam katmanın üstün ve akılcı bir yolu varsa, o da budur bence. Hayatını muhteşem dibalarla kaplı bir ruhta yaşayabilmiş olsaydım, şikayet edeceğim dertlerim olmazdı..   
   Geçmişe bütün saygısını, geleceğe ise bütün inancını ya da umudunu yitirmiş bir kuşağa, daha doğrusu bu kuşağın bir parçasına aitim. Dolayısıyla şimdiki zamanı, gidecek başka yeri kalmamış insanların iştahıyla yaşıyoruz. Ve duyumlarımız hele de hayallerimiz(gereksiz basit duygular) geçmişi de, geleceği de hatırlatmayan bir bugüne kavuşabildiğimiz yegâne mekân olduğundan, iç hayatımıza gülümsüyor, kibirli bir uyuşukluk içinde, varlıkların nicel gerçekliğiyle bağımızı koparıyoruz.
   Hayatta aklı fikri eğlenmekte olan insanlardan farklı sayılmayız belki de. Yalnız, bencil sıkıntımızın güneşi batmakta artık, hazcılığımız da alacakaranlık ve çelişki tonlarında bir soğuğa teslim oluyor ağır ağır.
   Yeni yeni iyileşen hastalarız biz. Genellikle ne bir sanat ne bir meslek edinen, hatta hayattan tat alma sanatını bile öğrenemeyen insanlarız. Uzun ilişkiler bizi huzursuz ettiğinden, genellikle en iyi dostlarımızdan yarım saatte sıkılırız, sadece aklmıza gelince görüşelim isteriz onlarla, birlikte geçirdiğimiz en iyi anlar ise, onlarla beraber olduğumuzu hayal ettiğimiz anlardır. Bu, dostluk anlayışımızda bir eksikliğe mi işaret eder bilmiyorum -belki de etmez. Kesin olan bir şey varsa, o da en çok sevdiğimiz -ya da sevdiğimizi sandığımız- şeyin ancak hayalini kurduğumuzda tam, eksiksiz değerine kavuştuğudur.
   Gösterilerden hoşlanmayız. Oyunculara, dansçılara burun kıvırırız. Gösteri sırf hayaliyle yetinilmesi gereken şeylerin, özünün bozularak taklit edilmesinden ibarettir.
   Başkalarının görüşlerine kayıtsızız -doğuştan gelen bir kayıtsızlık değil bu, genellikle acı tecrübelerin sonucunda duygularımızı terbiye etmek zorunda kalamamamızdan ileri geliyor-, onlara hep kibar davranabilir, hatta her şeye rağmen ilgi de barındıran bir ilgisizlikle bağlanabiliriz bile, çünkü hayallerde herkes ilginçtir ve farklı insanlara dönüştürülebilir; ve biz de geçeriz (...)
   Sevmekten aciziz, sevilmek için gereken sözlerse daha söylemeden yorar bizi. Zaten içinizden kim ister ki sevilmeyi? Rene'nin severek yoruyorlardı onu sözü tam olarak şiarımız sayılmaz. Sevilmeyi düşünmektir bizi tek yoran, telaşa düşürecek kadar yorar hem de.
   Hayatım daimi bir ateş, durmaksızın tazelenen bir susuzluk. Gerçek hayat eyyam-ı bahur günleri gibi bunaltır ki beni, bunda bir parça alçaklıkta yok değil.
S/502
   

Not: İnternette bulabilecek misiniz acaba diye yazdığım her paragrafı tek tek tarattım. Ne mutlu ki Türkçeye çevrilmemiş.