Çat!
Düştükten hemen sonra yüzünden çıkan sesti.
Çat!
Çantasının rengi de böyleydi. Düşüşünü gören kalabalık da. Ambulansın sesi bile böyleydi: Çat!
Otobüs geldi sonra; 554.
Vücudu titriyor. Muhtemelen sara. Kalp krizi de böyle mi olur?
Sırtüstü yatırmayın soluk borusu tıkanır diyorum.
Kaldırımda ters dönmüş ayakkabının diğer teki ayağında.
Kahverengi.
Otobüse bindim. 554. Otobüs de kalabalık. Kafamın içi kadar. Baygın adamı gören cama yapışmış. Herkes üzgün. Herkes kafamın içi kadar üzgün. Karışıklıktan utanarak zevk alıyorlar.
Uludağ. İneceğim birazdan.
Melih'in yanından ayrılır ayrılmaz okumaya başladığım hikaye bitmek üzere. "Umut var" yazmış son sayfaya: "Biliyor kadın. Kadınlar bilir. Egeli olanlar daha iyi bilir."
"Umudun adı Nautilus. Unutma, sen yaptın onu. Mavi bir hayattan."
Hafiflemedi.
Akıllı olmadıkları için gittiler dedim kendi kendime.
Akıllı olsa gider miydi?
Hem savaşlar da bu yüzden çıkmış, Sema hoca yanılacak değil ya.
Deniz kıyısında yürüyordum, kitabın adından mütevellit. Yokuş çıkan bir araba kadar hızlı. Central dogma. Saniyelik. Herhalde çok düşündüm. Nasıl ağlamaya başladığımı hatırlamıyorum.
Bu bankta biraz soluklanayım.
Olmaz. Fatih abi bakkalı henüz kapatmamış. Görmesin. Biraz daha yürüyeyim, apartmanın köşesine otururum. Hem karşıda çöp konteynerleri de var. Transcripsion.
Haydii. Matematik çalıştırdığım küçük kız birinci kat balkonunda.
Erteleyelim. Bunu da. Translation.
Nerede kaldın diye sordu babam.
"İlk beyaz yalanlarını mavi uğruna söyleyecek kız"
-Uzadı laboratuvar. Asistan bırakmadı. Sonra hoca ona kızıyormuş.
dedim. Yalanı dersime giren hocamın satır aralarından almıştım az evvel. İhmal edilmiş bir sorumlulukla. Sema hocanın öykülerinin sevdiğim bir yanı var, her karakter isimsiz. Böylelikle bana da ait olabiliyor kaçışları, üzüntüleri ve yalanları.
Nefes nefese verdiğim bu cevap odamın kapısına kadar idare etti.
"Sevda mavidir. Her tonu aşktır mavinin. Cam göbeği değil can göbeği olur sevda, canın tam merkezi, mavi. Sevda can verdiğiniz bir bebeğin adı olur, mavi bir rüzgâr adı."
Bir yudum su.
Bir çocuk mu doğurmalı?
Bir kurtuluş. Dağınık bir yatak odası. Sokağa atılmış siyah çöp poşetleri. Vizeler? Gelecek sancıları. Gidişler, yitmeler, yitirişler ve nicesi.
Yosun yeşili cehennemler. Hadi canım!
Umudun samimiyetsiz gülüşleri.
Bölünen uykular.
Sonradan bakıp içeriz diye henüz çekilmemiş fotoğraf kareleri. Sevginin kör noktaları ki yumruk gibi düşen gecelere.
Gidişler sonra.
Gitmeler.
Geçememeler.
Botları çıkarmalıydım gelirken. Çıplak ayak yürüsem yıllarca anlatabileceğim bir hikayem olurdu hem. Ayağımın çıplaklığı dışında hiçbir gerçekliği olmazdı.
Hiçbir güzelliği de olmazdı. Öznesini yitirmiş belki de bir daha hiç bulamayacak bir nesne olarak, bir düş ülkesine yürüyebilirdim.
Fatih abi bakkalı kapatmış olurdu yahut.
Bankta oturabilirdim.
Mavi bir kedinin başını okşayabilirdim.
Mavi bir çiçeği koklayabilirdim.
Mavi bir sigara içebilirdim.
Durup dururken mavi seven bir adama onu ne kadar çok sevdiğimi söyleyebilirdim.
..
Asıl çıplak olan düşünceleri. Laboratuvar masası ikisinin sarıldığı. Sema hocanın kapı kilidi. Filiform papillalar. Malaşit yeşiliyle boyanamayan Pseudumonas.
MLST hatta.
Ne demişti Sema kadın:
"Onlar genç, âşık ve mavi."
Severler belki.
Ama gidecekler.
Savaşları da kendilerine kalacak. Yine.