tag:blogger.com,1999:blog-16739336140043957362024-03-13T19:54:50.074+03:00Anlık bir şeyEmiliahttp://www.blogger.com/profile/17453475551492716634noreply@blogger.comBlogger161125tag:blogger.com,1999:blog-1673933614004395736.post-3625198048756754102022-12-30T23:22:00.002+03:002022-12-30T23:51:35.900+03:00Otobiyografik kırıntılarÜzerime giydiğim ama bir türlü tam gelmeyen; Kahretsin ki tam gelmeyecek olduğu gerçekliği değişmeyecek, biçimsiz insan kıyafetleri arasında boğuluyorum.<div><br /></div><div>Ben kimdim? Nasıl güzeldim.. Neredeyim, ne oluyorum. Ol'uyor muyum?</div><div><br /></div><div>2016 taslaklarını kurcalarken, nasıl anlatırım, ulaşırım, akarım sayfalara diye düşünürken, çat diye çıktı ilk cümle karşıma. Bu da değildi aslında aktarımım. Gün içerisinde Ümraniye- Beşiktaş yolunda bilmemkaç vesait değiştirirken, kulaklarıma çalınan notalardan sanırım ki Boğaz'da bıraktım kendimi. Tek kaçış bazen derse girmek oluyor. Çok ilginç Ahmet. Her adımda boşlukta savrulduğunu düşünürken pat diye kocaman gözleriyle bakanların sınıfına giriyorsun, ayakların yere basıyor, birden, öylece. Tutunuş bu kadar kolay aslında ama bir dal bulmak lazım işte.</div><div><br /></div><div>Savruldu yirmilerim be Ahmet. Bir kitap ayracında bazen, bazen metro yolunda bir balıkçı amcada var oluyorum. Kendimi bulduğum yer metafizik bir yanılgı. Lakin yine de hissettiğim şey'in tarifi pek de mümkün olmasa da gerçek gibi. Gerçeği ararken geçtiğim bu yolların hiçbirinde ne doğruyu ne de huzuru bulabildim. Bunca yıl sonra hissettiklerimin alışılmışlığı var tabii, bilinmişliği, öğrenilmişliği. Nasıl yürüyeceğimi biliyor gibiyim mesela. Akışı, savrulduğum yeri, geldiğim ve gittiğim ufak kavşakları. Hepsini aldım yanıma, yıllandım. Güzeldi seneler tabii de ara ara aynı yere gelmek kısır bir döngüde sıkışmak gibi bir his yaratıyor bazen.</div><div><br /></div><div>Ben buraya ne zaman gelsem yorgun gözlerim, morarmış dizlerim, kırılmış tırnaklarım oluyor. Bu da bir sığınma biçimi galiba. Nereye gideceğimi bilmemekten herhalde. </div><div>Bugün metrobüs yolunda kulaklarımda İzmir için bir şarkı ilişiyordu. Neyini özlüyorum onu da bilmiyorum da. Çok nadir, çok nadir ama Ahmet, özlediğim bir şeyler var. Yanı başımda taşımak istediğim ama bir yerlerde kaybettiğim bir şeyler. Bir çok şeye uzun uzun kafa yorarım, bilirsin. Hepsi makul ve hepsi seçilmiş şeyler. Bazı yaşanılanların üzerinde düşününce sanki tüm şey'leri barındırıyor gibi geliyor. Oysa indirgemeyi öğrenmiştim. Fakat bu yollar, -yolun uzunluğundan bağımsız- başka geçişlere sebep oluyor.</div><div>Bugün 11 yaşında bir çocuğun ,70 yaşında bir amca ile denk gelmelerinin üstüne yaptıkları muhabbet eve gelme yolunu bulanıklaştırıyor işte. Eminönü'nde bir kaç balık tutmuş, oltası ve kovasıyla yürümekten yorulmuş evine gitme yolunda boş bir koltuk bulmuş, tırnaklarındaki siyahlıktan utanan, şansına küçüğün yanına oturan bu amca ve acayip akıllı sorular soran bu çocuğun iletişimi başlangıç ve gelinen yeri o kadar işledi ki beynime, gözlerimin dolmasına ve suratımdaki gülümsemeye engel olamadım. -eh her şey bir paradoks Ahmet, malum- Sahiden hassas insanlar için ne zor bir yer burası. Neyse, dahil de oldum konuşmaya pek tabii. Ufaklık siz 80 90'a kadar yaşarsınız bence dedi. 30 yıl ömrün var demiş doktorlar amcaya -30 yıl da ömür biçilir mi ne saçma, neyse- 13 yılı devirmiş, 17 yılı kalmış, nasıl yaşarsaymış işte o yıllar da. -Nasıl yaşanılır sahi böyle yıllar?- Çocuğun kocaman gözleri gözlerime işledi Ahmet, doldu taştı sel oldu. Tanrım bazı şeyler çok çok. </div><div><br /></div><div>11 yaş bir yerde</div><div>70 yaş bir yerde</div><div>Balık kokan kova istifini bozmamış</div><div>Balıkları gösterirken özür dileyen eller bir yerde. İnsan ellerinden utanmamalı Ahmet!!!</div><div><br /></div><div>Düşüncelerimden uzaklaşıp dış dünyaya sırt çevirmem lazım böyle zamanlarda. Korunma mekanizması. Seçilimdir belki, yaşama iç güdüsü, bir nevi buna adapte olmak.. Belki, ne biliyim. Düşünmenin yararsızlığının bir simgesiydi sanki o an, dayanma gücümün çanak yapraklarını bir bir koparıyordu zihnimden. Tohuma gidecekse irdeleme, başladığım yere varmak da zor.</div><div><br /></div><div>Otuzdan sonra kendi derinimde olduğum yerde hiçbir şey bulamamanın sancısını yaşıyorum. Rasyonellik ve duygu arasında bitmek bilmeyen savaşlarımda, kendimi savunmak ya da aklamak her ne ise, mantık aramaktan yoruldum.</div><div><br /></div><div>70 yılın yanında kalan şu kadarcık tecrübemle anladığım bir şey var, tüm argümanlar eylemsizliğin en doğru karar olduğunu gösterdi hep. Eh, böyle bir dünyada Özge olmak Ahmet, bilirsin. Bu uyuşukluk halinde yollarımı aramak, kendim için çaba harcamak, düşmekten korkarken çabalamayı bırakmak.. falan feşmekan.. var olduğum şu ömrün heykelini bilinçli bir şekilde yontmak, bir kılıf dikmek, zor bunca dinamiğim içinde. Oysa bildiğimden emin olduğum şeyler var.</div><div><br /></div><div>İnmem gereken bir durakta, elinde kova ve oltasıyla, başında balıkçı şapkasıyla, 70 yaşında bir amca ruhuma ilişti iyi mi.. "iyi akşamlar hocam" diyerek bitirdi yolculuğu.. Aradaki 38 yılın anlamı yokmuşçasına..</div>Emiliahttp://www.blogger.com/profile/17453475551492716634noreply@blogger.com2tag:blogger.com,1999:blog-1673933614004395736.post-42322069318367721062022-01-09T20:34:00.006+03:002022-01-09T20:34:53.817+03:00Beyaz peynir ve kurumuş ekmek<p>Eksik hissediyorum yine. Geriye dönüp baktığımda, onca dağ tepe aşmışım, ite kaka gelmişim işte şöyle günlere /zamanlara. Tükenmişim çokça. Dağılmışım. Dağıtmışım da ama. Gülmüşüm. Düşmüşüm. Kalkmışım. </p><p>Parçalarımı da toplamışım, bırakmamışım etrafta öyle dağınık. Ama bir ben etmemişim ya. </p><p>Eksik hissediyorum bugün. </p><p>Eksilmiş daha çok.</p><p>-Buz da ister misin?</p><p>-Olur. </p>Emiliahttp://www.blogger.com/profile/17453475551492716634noreply@blogger.com2tag:blogger.com,1999:blog-1673933614004395736.post-76106378264830688082021-04-27T00:07:00.002+03:002021-04-27T00:07:33.611+03:00Bir göçmen yurduna döner<p>Bilmiyorum içimde bu köpüren, dolup taşan şeyi nasıl anlatırım.</p><p>Ama yazmam lazım. Unutmamak için. </p><p>Buradan gittiğimde kimdim, şimdi kim oldum, kimler kaldı, bilmiyorum. Fakat uzun uğraşlardan sonra, sonunda tekrar hesabımı kurtarabildim, sonunda tekrar içimi umarsızca dökebileceğim yere gelebildim.</p><p>Bugün, 4 yıl sonra, buradayım. </p><p>Böyle bir baharda içime yaprak döktüm, ne güzel! </p><p>Geldim. </p><p>Buradayım. </p><p><br /></p>Emiliahttp://www.blogger.com/profile/17453475551492716634noreply@blogger.com3tag:blogger.com,1999:blog-1673933614004395736.post-22203550310814966702017-04-04T03:14:00.001+03:002017-04-04T03:20:39.529+03:00OdaHayatimda ilk defa, gercek anlamda ilk defa, iyi seyler olacagina dair yeseren cicekler hissettim gogus kafesimde yalan yok.<br />
Ufacik bir serzenisin buyuyup dag oldugu yollardan asilamayan tepeler dizildi onume boy boy. Pacalari sivadim, bodoslama daldim, yalan yok.<br />
<br />
Boyle olunca insan gec fark ediyor. Gec de ne goreceli! 4 ay bir olmak icin gecken anlamlandirmaya erken olabiliyor. Sigara kokusu sinmis tisorte "acaba"lar hapsoluyor haliyle. Salon-balkon arasi 10 saniye. Bir uyuyamayis icin oldukca kisa. Zaten uyumak icin uzanilmamisti ya neyse.<br />
<br />
Off. Gelis gidis gec kalis erken varis. At kenara at at. Selman'in yaninda ilk defa kendimi yalniz ve huzursuz hissediyorum diyecegim alt tarafi. Ne uzun surdu. Insan kendi evinden de gidemedigine gore kacisimin burasi olmasi pek de sasilir degil. Eh, yalan yok. Insan bir cok seyle bas edebiliyor, direnmeye inansin yeter ki. Fakat bazi seylerin ispati ya da izahi yoktur. Gerekliliginin disinda olmayani gosteremez, dokunduramaz ya da koklatamazsin. Bazi dogrularin kaniti yoktur. Bu noktada direnmenin elmanin oksitlenip kapkara olmasindan da farki kalmiyor. Metastaza ugramis hucrelerin ne boka sebep oldugunu uzun uzun anlattigin bir ogle vakti sonrasi, gecenin icine son gun gibi dalarken kim bilebilirdi ki 5 sehir degistirecegini!<br />
Yollarin tek seride inmeye ramak kaldigi bir gecede yani! Hangisinin daimi olacagini bilemiyor insan iste!<br />
Huzursuzsan yatagin yaninin pamuktan olmasinin bir onemi olmaz diyorum.<br />
Olmasi icin bir sebep de kalmamistir artik<br />
Olmasi icin bir sebep de yoktur belki de<br />
diyorum.<br />
<br />
Sarhosluk ve uyku sersemligi gercekligin en saf haliymis.<br />
Alisamadim'lar geceye duserse, kalmalarin bir anlami da olmuyordur herhalde?<br />
<br />
Alismayasin Emi.Emiliahttp://www.blogger.com/profile/17453475551492716634noreply@blogger.com3tag:blogger.com,1999:blog-1673933614004395736.post-31379902730901258262016-12-27T01:20:00.002+03:002016-12-27T01:53:51.593+03:00Üzüm vaaar, karpuz vaaar!-Ders kadın ders?<br />
-Başlıyorum. Sen de çalış ama.<br />
-Öyle yapacağım. Kolay gelsin.<br />
<br />
Yalan söyledim. Biliyorum o da henüz oturmadı işin başına. Belki sigarasını bile çoktan yakmıştır. Sigarasını nasıl yaktığını anımsayamıyorum. Ama şu an gözlerimi kapattığımda bunu kesinlikle hayal edebilirim.<br />
Kelimeleri de bu yüzden daha çok seviyorum. Ardarda bir sürü hayal kuramam, fakat kelimeleri usanmadan dizebilirim, çünkü benim için, elle tutulabilen gözle görülebilen her şey onlar. Tanrım ne de gerçekler!<br />
Neyse. Sonuçta parlaklığını kaybetmeyen herhangi bir nesneden umut kesilmez. Kesilmez de rüzgarın da etkisini unutmamak gerek. Sertse, kıpırtısız nesneler üzerinde ıslık çalar -manzarayı ondan seviyoruz belki de- bir yere bağlı olanlar sarsılır, olmayanlar sürüklenir, bir de yağmur yağdı mı! Böyledir, bazıları hapsolur, bazıları devam eder.<br />
Pek de ilerleyememiş, kanının son damlasına kadar yaşadığı çağdan nefret eden biri olarak, hüznün yok yere uzandığını söyleyebilmek isterdim. Ama o kadar çok ölüm sığdırdık ki şuncacık zamana. Hiçbir şey yok yere olmuyor artık. Tanrım ne çok şey değişti. Nasıl da katlanılmaz oldu artık nefes alıp vermek.<br />
Açık maviler, patika yeşilimsileri, erguvan kırmızıları derken inanmışlığın ötesinde bir vazgeçmişlik kavradı hepimizi. Derbeder bir unutuş kazındı aklımıza mıh gibi. Tam da bu noktada, ufacık çocuklar can buluyor göğüs kafesimde. Ufacık çocukların her şeyi var edebilecek güçte gülümsemesi vardır tavşanlar. Ölümün burada işi yoktur. Mücadelenin başlangıcı da bitişi de burasıdır. Fakat artık, sanki, onca dağ tepe aşıp, bulutları arşınladığımız bu mücadelenin de bir anlamı olmamaya başladı.Yorgunluk, uyuşukluk, bolca sıkıntı, en çok ölüm. Ölümün yaşı yokmuş tavşanlar, el kadar bebeklerin de kurşun yaraları olurmuş.<br />
..<br />
<br />
<br />
Başaramadım biliyorum. Dört duvar arasına hapsolmuş bir ağaca paha biçilmez bir tükenmişlikle sarılıyorum. Bu da bir hastalık.<br />
Oysa bir zamanlar savaşmaya, dostluğa ve aşka yeteneğim vardı, yalan yok, galibiyetlerim, dostlarım ve güzel aşklarım oldu. Hayal kırıklıklarım da pek tabii. Düşlerimin hatası, devrin pisliği dedim, böyle böyle derken insanlardan uzak kalmak geçerli bir kurtuluştu. Yalnızlık arttıkça insan kendini daha iyi keşfeder. Bilirsiniz.<br />
<br />
Düşüncelerimi yakalayamamakla birlikte içine girdap gibi çekildiğim çelişkilerin farkındayım.<br />
Böyle kısır bir döngüde ne boş verebilir ne de rahatlayabilir insan. Ne hiçlik ne de her şey. Zor tavşanlar zor. Zıtlıkların arasında birer köprü, sonsuz şiirlerin geceleri derken; güneş varken güneş, yokken sıcaklık arayan kedi misali olduk hayatta.<br />
Gerçi her şeyden vazgeçip elinden alınacak hiçbir şeyi olmayan birer aylak da olabilirdik. Bu demek oluyor ki kurtuluş hala var, belki, ufacık da olsa. (Var mıdır Selman?)<br />
<br />
Günün kendinden başka bir vaadi olmasa da "umut" var demek istiyor insan. Mesela Selman'ın sözcüklerini her duyduğumda bunu söylüyorum.<br />
-Yalan yok.<br />
Her akışın bir sonu vardır elbet, korkmuyorum, ışık diriltir neticede. Nasıl bulduysan öyle bırakacağın günlere birileri sızıverir; geç kalmadan. (Geç kalmadan diyorum çünkü öyle Selman.) Pessoa bile "Her yeni doğumda neyin öleceğini düşlemektense neyin doğduğunu hissedebiliriz pekala" der. Stoacı değilim aslında, yalnızca hayata karşı gardımı almak zorundayım.<br />
<br />
Fakat Selman'a sarıldığımı düşlediğimde, at arabasının arkasında "üzüm vaaaar!" diye bağırdığımız zamanlar geliyor aklıma. Damağımdaki bu şölenin sadeliğini anlatamam. Oysa kelimeler, dokunabildiğim bedenlerdi.<br />
<br />
Hayat ağır geliyor, kabul. Hatta bazen heyecanların şiddetini kaldıramayacağımı düşünüyorum. Sonunda aynı noktaya ulaştığım malum varışlarım. Aksine hiçbir zaman inanmadım, inanamadım. Selman'ın yarattığı bir karakter olsaydım mesela, uyduruk dizi karakterleri değil ama, belki de o zaman açılıp serpilebilecek güzellikte bir çiçek olabilirdim ve muhteşem bir hevesle dinleyebilirdim olacakları. (Ama jin jine kulilk bave te ye! dedik bir kere. Heheh.) Çünkü sayfaların meltemleri serin, ışıkları fazla da gerçek değildir. Çünkü gerçekler bazen korkutur, çünkü büyük sevinçler hep üzerinde erir, çünkü bir şey'e inanırsak başımıza felaketler gelir!<br />
<br />
Hayır yahu. İnanacaktık. En çok da çocuklara.<br />
..<br />
<br />
Menekşe rengi gün batımları vardır Selman! Nedeni bir cam kadar gerçek acıları Awaz'ın, Ciwan'ın, Koma'nın tınılarına hapsetsek de menekşe rengi gün batımları vardır!<br />
Ve coğrafya kader olmamalıdır!<br />
Hadi sarılalım.<br />
Düşünmeden.<br />
Düşmeden.<br />
Bilmeden.<br />
Bırakalım.<br />
..<br />
<br />Emiliahttp://www.blogger.com/profile/17453475551492716634noreply@blogger.com3tag:blogger.com,1999:blog-1673933614004395736.post-34550906014442784942016-10-23T18:16:00.002+03:002016-10-23T18:16:30.378+03:00mart 2016sarılıp uyumak istiyorum yalanıyla kirlettiğimiz çarşafların rengi saç tellerimizden aktı. bileklerini kavrayamadığımız bir kız çocuğunun kayboluşu bilmediği bir otobüs durağında beklerken son buldu. nereden bineceği mühim değildi de ineceği durağı bilmemesi tüm bayram sabahlarının tırnaklarını kesti.<br />..<br />aynı sahne farklı şekillerde tekrarlarken kendini beynimin en soluklanmaz loblarında; aynı gece yarıları, sıkıntıdan beter ama sıkıntıdan başka da bir adı olmayan bu boktan duygu ardıç dalgaları gibi kabarıyor içimde. mordoğan'ı sürekli özlememin sebebi de çocukluğumdan başka bir şey olamazdı zaten. paslı kasabaya fener'in oradan baktığımda ruhumun tamamen çökmesinden kaynaklanan, ilk nerede hissedildiği belirsiz kahverengi bir perişanlık sarıyor iliklerimi dört nala. iç bulantısı dehşete dönüyor, yorgunluğum ise çırılçıplak bir korku gibi uzanıyor önüme. tüm nefes aralıklarını, dinlenme yerlerini, bank köşelerini, sahil kenarlarını küle çevirdiler! bu nedenledir ki canlı olmaktan duyduğum tiksinti boyumu 10 metre aşıyor. içine sıçtığımız bu koca evrenin hiçliğinin altında üzerime çin seddi yıkılmış gibi eziliyorum. <br />sana sarılıp uyumak istiyorum diyemiyorum. onun yerine huzursuzluktan dermanı kalmamış şu koca ağacın dallarına benliğim karışsa da gök olup gitsem istiyorum sık sık.<br />zor da değildi oysa. <br />neden olmadı?<br />..<br />bulanık vedaları gözlerime sinmiş gün usulca çekilirken kendi koynuna, "burnumda tütüyor gelecek!" diye bağıramıyorum.<br />hepsi bundan.<br /><br />peki ben bunu buraya neden yazıyorum?<br />ne biliyim ben neden.Emiliahttp://www.blogger.com/profile/17453475551492716634noreply@blogger.com5tag:blogger.com,1999:blog-1673933614004395736.post-44983740786768213002016-05-26T22:37:00.002+03:002016-05-26T22:37:48.325+03:00Fotoğrafların kellesini kestikNeden gelmedin ki?<br />
Neredeydin bunca zaman?<br />
Niye yoktun?<br />
<br />
Çok şey oldu sen yokken.<br />
Boynuna sarılıp biraz soluklansam, anlatabilirim belki.<br />
Ya da boşver.<br />
Hiçbir şey anlatmasak da olur, yıllarca sarılı kalalım yeter.<br />
<br />
..<br />
<br />Emiliahttp://www.blogger.com/profile/17453475551492716634noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-1673933614004395736.post-42671781916979827202016-01-08T04:46:00.000+02:002016-01-08T04:46:12.156+02:00Siz deBloga bakmayalı bir anda 60a yakın kişi takip etmeyi bırakmış. Şaşırdım.<br />
Fakat hala takip etmekte olan 382 kişi beni daha çok şaşırtıyor.<br />
Neden buradasınız? Burada mısınız?<br />
Siz de gidin.Emiliahttp://www.blogger.com/profile/17453475551492716634noreply@blogger.com9tag:blogger.com,1999:blog-1673933614004395736.post-2910719110283691792016-01-08T02:17:00.001+02:002016-01-08T02:19:14.943+02:00<br />
<br />
giriş: -<br />
<br />
gelişme: pat pat pat pat.<br />
panjura düşen yağmur damlaları ile ellerime düşen hüzün aynı sesi çıkarıyor. pat pat pat. balkondan belime kadar sarkarken tüm yağmuru akciğerlerime doldurmayı dilediğimi bilmenizi istiyorum.<br />
izmir'de yağmurun pek bir ağırlığı olmaz normalde. bugün kaç ton basıyor bilmiyorum, kaç kar eder bilmiyorum, kaç beyaz? bilmiyorum.<br />
yoruldum davşanlar yoruldum. tüm evrenin ağırlığını hissediyorum omuzlarımda. hatta yetmemiş atlas'la sevişmiş başka bir evrene daha gebe kalmış gibiyim. kendi gözlerimden ağır her şey. bu nedenledir ki pek baş edemiyorum. düştüğüm yerde kimseyi bulamıyorum. benden ne farkınız var, bulamıyorum. kendimi olabildiğince hayatın dışına atıyorum, şey'lerle temas etmemeye çalışıyorum, uzak kelimesini belime bağlıyorum ama yine de tam da kaçmak istediğim şeyin kucağına düşüyorum. durum bu. durum hep bu. şehirlerin, ülkenin, hatta tüm bu lanet dünyanın pisliklerine çırılçıplak düşen mizacımla hayat duyumları bana acı veriyor. eh, sonuç olarak yine -anlarsınız ki- baş edemiyorum.<br />
<br />
sonuç: tüm ardlar saçlarıma dolaştıktan sonra hayatı hissetmemeyi, varlıklara dokunmamayı istedim. yalan yok, tüm benliğimle bunu istedim. tüm bu uzaklaşma çabalarım görülerime ters düştü tahmin edilidiği üzere. şey'lerle bağımı gerçek anlamda kesebilseydim duyarlılığımı bunca azdırmazdım herhalde. başka nokta göremiyorum.<br />
adım attığım her yerde kan sesleri. bunca ceset tıka basa ruhuma doldurulmuş ve tırnak aralarımdan 7 yaşında çocuklar akıyor.<br />
olmuyor işte. baş edemiyorum.<br />
hiçbir şey yapmıyorsam da nefes alıyorum bu bile yeterli.<br />
eskiden bana hiç zararı dokunmayacak, o boktan incir çekirdeğini doldurmayacak olaylar felakete dönüşüyor artık.<br />
kabul, kaçmak için yanlış yöntem seçtim. ama hiçbiriniz de kolumdan tutmadınız be davşanlar. kötü bir dönüş yaparak başladığım noktaya dönüyorum her defasında. eh orada bulunmanın dehşetine bir de kaç yol yorgunluğu ekleniyor bi' bilseniz.<br />
<br />
sarılmayın lütfen. telaffuz ettiğiniz tüm eskimiş isimler ellerime uzanıyor.<br />
ellerim kendime bile yetmiyor.<br />
beni eksilttiniz.<br />
beni neden eksilttiniz.<br />
..Emiliahttp://www.blogger.com/profile/17453475551492716634noreply@blogger.com4tag:blogger.com,1999:blog-1673933614004395736.post-42541018397809482512015-10-26T00:56:00.000+03:002015-10-26T01:08:27.217+03:00Her bahar gittiğimiz o boktan yeri bilen var mı?Güzel şeyler inşa ettiğim küçük bir zaman diliminden parmak uçlarımda, kimseyi uyandırmadan geçtim. Yine'lerin yeni'lerle bir olduğu gün aşırılarında taze biçilmiş çimen kokusu kaplamaya başladı beyin hücrelerimi. Ben yine bildiğim gibi yazdım.<br />
<div>
-Ah bu yinelerin saçlarını çeksinler.</div>
<div>
Tüm öznesi olmayan cümlelerin yitirilmiş künyeleri bana kaldı; yine. Yine var etmek, sonra'ları kimsenin duymadığı bir cisme bürümek, durak-ev yolunda hıçkırıklarla bir bankta soluklanmak, bana kaldı. Yaşamaktan çok var etmeyi arzuladığımdan,ya da var ettiğimin çırılçıplak benliğini, gerçekliğinden daha çok sardığımdan gitmelerle arama bir mesafe koyamadım. Tutunası olmayanları un ufak ettiğim -mişlerle ne de dik yürümüştüm bunca yolu oysa. Ayların kaç kilometre yaktığını bileniniz var mı?</div>
<div>
Tutkulu anların mucizesi kılcal damarlarımı yaktı, nefesimin kesilmesinin başka bir anlamı olamazdı herhalde. Cennet bizlere göre değildi zira. </div>
<div>
F. Altay metrosunda yalın ayak uzanmış çocukların elini cebine sokması, benim metroya biniş boşluğumla aynı tabutta. Özgerçekliğin içinde odası tütmüş yetim gibi kalmak, eh, bilirsiniz, yine bana kaldı. Düşerek yankı ve uçurumlar yarattım kendime, 25 yılımın büyük bir bölümü böyle geçti. En ufak bir sahne; ışığın yarattığı ince bir değişim, Ekim'de sobası yanan bir oda, gökyüzüne salınmayan dilek balonları, duvarın öte yanındaki bir ses, küçücük koridorda aslında çok da iyi tanıdığım bir insanın ayak sesleri, giriş kapısı, ayakkabılık, ufacık mutfak, bana ait olmayan tüm bu şeyler, yankıların, özlemlerin içinde düşüncelerimin geleceğini yere yığıyor. Her duyguda başka bir insandım ben oysa "hosçakal" demeden önce bilmeliydin. Tanımlanmamış her izlenimde azap çekerek yenilenmek, hüzünden bir boşluğa düşmek, düştüğüm yerde ellerini bulmak gerekti. Döngüyü böyle değiştirmeyi denedim bu sefer. Bana ait olmayan izlenimlerle yaşadım şu kısacık zamanda. Bugünse korkularınla tüketiyorum kendimi, kendim olma şeklimle bile benden olmayan duyguları sarmalıyorum. Oysa, aktarmalı uçakta, ne kadarım kaldıysa, bir adama sarılacak, o adamın koynunda mücadele edecektim bu boktan dünyayla.</div>
<div>
<br /></div>
<div>
Kalan parçalarımla uzandığım adamın koynunda işkenceler. Kırılmış dişler, yarık ayaklar, yarık düşler, fişlenmiş umutlar gördüm.</div>
<div>
Kalan parçalarımla uzandığım adamın koynunda, Ankara'yı, ölümlerin asıl çaresizliğini, boktan geleceğin tohumsuzluğunu, yitirilen koskocaman gözleri gördüm.</div>
<div>
Kalan parçalarımla uzandığım adamın koynunda, her şey olabilenin düşlerini, Roma imparatorluğunu, İngiltere kralını, bir de tel örgüleri gördüm.</div>
<div>
Kalan parçalarımla uzandığım adamın koynunda, başka bir dilde sevmeyi, coğrafyaları, sınırları, sınırı olmayanları, kimliksizleri gördüm.</div>
<div>
Kalan parçalarımla uzandığım adamın koynunda, dağların uçsuz bucaksız umutlarını, şehrin korkutan ışıklarını, denizde uzaklaşan gemilerin dümenini gördüm.</div>
<div>
Kalan parçalarımla uzandığım adamın koynunda, bileklerinden öpülmüş çırılçıplak bir kadın, donuk gözleriyle elindeki simiti dünden on parçaya bölmüş bir çocuk, an'ın dingin huzurunu gördüm.</div>
<div>
Kalan parçalarımla uzandığım adamın koynunda,</div>
<div>
kalan parçalarımı gördüm.</div>
<div>
<br /></div>
Emiliahttp://www.blogger.com/profile/17453475551492716634noreply@blogger.com8tag:blogger.com,1999:blog-1673933614004395736.post-54742244997599622172015-09-13T19:10:00.001+03:002015-09-13T19:11:17.782+03:00Sevgili Türk kardeşim<br /><br />Sevgili "Türk kardeşim, ırkdaşım" ideolojimi bir yana bırakarak yalnızca insanlığımla ve dümdüz yazıyorum sana,<br /><br />Doğuya yapılan baskının ufak kısmını Gezi'de bize yaptıklarında nasıl da ayaklanmıştık değil mi? Türk-Kürt-Alevi-Sunni; farklı siyasi görüşler farklı kimlikler, farklı renkler demeden yan yana durmuştuk, yan yana durmayı başarmıştık. Hani bizlere polis tazyikli su sıkarken Türk bayrağını tutan birinin elinden Bdp bayrağını tutan biri tutmuş beraber kaçıyorlardı, ülkücü biri de bozkurt işaretiyle yanlarında duruyordu. Hatırlıyor musun? Ben o fotoğrafı ne zaman zihnimde canlandırsam yüreğim sızlar.<br />Kendi savunmamızı, "vatan savunmamızı" o zaman beraber yaptık değil mi? Ülkeyi açık arttırmayla satarlarken bu kadar ses çıkarmadık da şimdi Doğu'ya yaptığımız bu vatan savunması sence de fazla dayatılmış değil mi?<br />Fakat bugün, doğuştan terörist olduğunu düşündüğün çocukların ölümüne, onlara yapılan baskıya zulme ses olmuyorsun. Oysa sosyalist ailelerden gelen bizler de doğuştan terörist ilan edilmiştik devlet nezdinde, hatta doğuştan bir sıfat takmalarına gerek yok sen bile Gezi'ye katıldığın için terörist ilan edilmiştin. Hatırlarsın bunu o kadar da geçmedi üzerinden. Yan yana yürüdük. Taksim'de Gündoğdu'da aynı ekmekten yedik. Aslında kim olduğumuzu/olabildiğimizi gördün.<br />O insanların, doğuştan terörist dediğin o insanların, aslında kim olduklarını görmek istiyorsan aynı ekmekten yemen gerekmemeli artık. Bir defa yedin çünkü. Unutmadın unutmadın, üzerinden o kadar da geçmedi çünkü.<br />Ama şimdi sen, kürtler öldüğü için sevinerek kurtarıcının terör örgütü dediğin örgütün olması için çabalıyorsun adeta. Elini uzatmıyorsun. "Bizim elektriğimizi kaçak kullanıyorlar" diyerek elektrik kesintilerine gülüyorsun, Peki güzel kardeşim, şimdi sen ülkeyi bizim diyerek bölmediğini mi sanıyorsun?<br />Ah benim güzel kardeşim. Sen siyasi kimliğinden önce bir insansın.<br />Ses ol.<br />Ailesi gözü önünde devlet tarafından katledilen insanların ön yargılarıyla bizden nefret etmemeleri için ses ol.<br />Bizim çocukluğumuzu hatırla. Sokaklar bizimdi değil mi? Her yere tebeşirle seksek çizer, önümüz sağımız solumuz ebe derdik. Ne de güzel saklanırdık birbirimizden.<br />Peki Sokakta seksek oynamak yerine sokağa çıkma yasağı yaşadığın bir memlekette yaşasaydın? Birbirimizden değil de devletten saklanmak zorunda olduğumuz bir memlekette? Doğduğun yeri sen seçmedin, doğdukları yeri onlar da seçmedi. Vicdanını coğrafyalardan ayrı tutma güzel kardeşim.<br />Bu yüzden o ufacık yaşta oyuncaklarla oynamak yerine sokağa çıkma yasağını yaşatanlardan olmadığımızı anlatmak için ses ol.<br />Gezi'yi hatırla. Gezi'yi unutma.<br />Lütfen ses ol bize, onlara, kendine, hepimize ses ol.<br />Barış -özellikle bugünlerde- en güzel şarkıdır.<br />Şarkı ol güzel kardeşim.Emiliahttp://www.blogger.com/profile/17453475551492716634noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-1673933614004395736.post-52894086284296312662015-05-01T01:13:00.004+03:002015-05-01T01:15:56.149+03:00Biri gidelim mi dedi?Böyle zamanlarda, yokuşun gerçekliği iliklerime kadar işlediğinde yani, gecenin rengi kendini kendinden sardığında, evrenin boşluk diye tabir edilen kısmında bir başına kaldığımda yani; zihnimin en derininde kurduğum tüm bağlar kopuyor bir bir. Yerim yok, yurdum yok. Sizin sarıp sarmaladığınız yerlerde huzur bulamıyorum. Aitsizliğim kendi boyunu aşıyor. Yetmiyor bir ilmek geçiriyor geceye. Umutsuzluğumu saydam mavilere boyasam da gecenin sonunda dizlerinin üstüne düşen yine kendim oluyorum. Saydamlığın güzel bir tarafı var. Toplumun dayattığı tüm ahlaki cümbüşler, edepsizlikler, devamında çaresizlikler hepsi karşıdan baktığında görülebiliyor.<br />
Sığınamıyorsun haliyle bir yerlere. Nesnel avuntular paçalarını çekiştiriyor. Siktirip gitmek istiyorsun en çok. Yine. Fakat bırak akışın yönünü değiştirmeyi, bir etkin bile olmuyor bu kısır döngüde. Boş. Bomboş.<br />
Tüketim toplumu bireyden başlıyor tüketmeye insanı işte. Hikaye bilindik. Hepimiz farkındayız da kurtaramıyoruz paçamızı bu sikik düzenden. Aciziz. Öyle bir "anlık" bombardımanındayız ki hatta frontal kortekste kuraklık boy gösteriyor. Aptallık yeşeriyor ama. İyi kötü bir yaşam var. Belirsiz de olsa var.<br />
Tüm bu şenliğin ardında koca bir hiçlik de var da, işte. Düşünme yetimiz gün geçtikçe sığlaşıyor, daha daha daha.<br />
Tüketiyoruz evet ama,<br />
daha çok da tükeniyoruz be.<br />
Neyse, mücadele masturbasyonlarına devam.Emiliahttp://www.blogger.com/profile/17453475551492716634noreply@blogger.com23tag:blogger.com,1999:blog-1673933614004395736.post-41290155539203097862015-01-08T04:28:00.001+02:002015-01-08T05:38:19.201+02:00Mesela Lili MarlenEllerim gibi sakladığım<br />
ama henüz kırışamamış şarkılar<br />
tırnaklarımın etimle buluştuğu yerden kulaklarıma ilişiyor.<br />
birden geçmişten gelen bir hayalet gözlerime uzanıyor.<br />
Yani nasıl desem.<br />
ölümden de huzur sesler var. -burada Marissa söylüyor-<br />
Yani, Nasıl desem!<br />
kırgınlıklarım bu çamur deryasında<br />
bir bir sevişmelerime dokunuyor<br />
kendimden fazla kirlenmiyor hiçbir şey<br />
yani, nasıl desem.<br />
soğuk güzel güzel olmasına<br />
kar yağacak diye bu sokağı izlemek rahatlatıyor beni<br />
şarap kadehleri ve gidilmiş yerlerden toplanan ıvır zıvırlar<br />
avuçlarımı da ısıtıyor ısıtmasına;<br />
bira şişesi kapakları, bira altlıkları,<br />
unutulacağını bilse sarı olmaktan vazgeçecek karalanmış post-it'ler -sahi sarı mıydı?-<br />
yani, nasıl desem..<br />
henüz toplanmamış mutfak masasını yok saysam<br />
rüyalarım yutkunsa kimse adımı duymaz<br />
korkacak bir şey yok<br />
bir kar tanesi geçiyor şu an balkonunun en gizinden nasılsa,<br />
yalnızlığıma ağlayıp yüzümü yıkıyorum,<br />
yüzleşmelerim banyo aynasından cesetleri topluyor<br />
yani, nasıl desem!<br />
bitimsiz ağıtlar iklimlere varıyor.<br />
yaşamakla bitmiyor.<br />
oysa henüz genciz.<br />
ormanın göklere uzanan ağaçlarının<br />
hatta belirsiz rüzgar sesinin altından,<br />
sessizce geçebiliriz.<br />
kehribar kırların ucunda<br />
utanmadan karşımıza çıkan sözcükler<br />
ayın altında göl olur.<br />
yani, nasıl desem,<br />
geceden yoğun bir gece<br />
imkansız şeylerden konuşur,<br />
iyi ki'lerin bedene oturduğu<br />
kararsız meltemlerde nefeslerimizi duyar<br />
bir adım daha sarılırız tükenmişliğe<br />
seslerimiz, ayın ve o kan kırmızı gecelerin bir parçası olur.<br />
yani, nasıl desem.<br />
sesimiz adı mavi'nin elma'sı gibi gelir kulağımıza.<br />
Kestirme bir yol bulunur elbet.<br />
nankör zamanla oynaşan kalabalıklaşmış gölgelerimiz<br />
ay ışığının belirsiz, buz kesmiş ışıltılarını çiğner geçer.<br />
imkansız şeylerden konuşuruz, yine.<br />
tanrım.<br />
gerçek manzaralar da aynı imkansızlıkta mı?<br />
<br />
yani, nasıl desem;<br />
kaçmak istediğin o büyük şehirlere,<br />
hayatlar kadar tüten dağların doruklarına,<br />
sesinden okunan şiirler kadar derin gecelere<br />
damgasını vuran bu huzurlu hüzün;<br />
nasıl desem, Tanrım!<br />
ansızın burnuma gelen kokun<br />
ruhumda anıların tıpasını çekiverdi.<br />
kendi gecemde yapayalnız,<br />
açılmış kapıların dilsizliğinde, samimiyetsizliğinde<br />
kimsesiz bir çocuk gibi<br />
ağlıyorum.<br />
hoş geldin.<br />
hoşça'kal.<br />
<br />
<br />
dip: şarkılarımı paylaşıyorsun. kalben'i bile. yapma.Emiliahttp://www.blogger.com/profile/17453475551492716634noreply@blogger.com10tag:blogger.com,1999:blog-1673933614004395736.post-90665262099613615502014-11-21T06:33:00.000+02:002014-11-21T06:33:31.557+02:00Uyu artık<div>
"Bu kadar yalnız kalmak için ne yaptım?"</div>
Sabahın bu saatinde hâlâ uyuyamamış olmamın da etkisi var Camille Claudel'in bu sözlerinin beynimde yankılanmasında. Henüz güneş doğmadı. Karanlığın tadını çıkarmak istesem de hiçbir balkonda huzur bulamıyorum. Hiçbir hükmü yok yaşadığım onca bugünün. Tüm mücadele mastürbasyonlarım sonuçsuz. Anlama astığım ceketler ince kalıyor böyle kışlarda. <div>
Aynı noktasındayım çöküşün. Duvarları çürümüş plazma. </div>
<div>
Apoptozis ruhumda meydana geliyor anlamıyor musun?</div>
<div>
<div>
Beynimi parçalara ayırıp her bir parçasını ayrı yere koymam lazım. </div>
<div>
Düşünmek istemiyorum artık.</div>
<div>
Düşünmek istemiyorum artık.</div>
<div>
Düşünmek istemiyorum artık.</div>
<div>
Düşünmek istemiyorum artık.</div>
<div>
<div>
Düşünmek istemiyorum artık.</div>
<div>
Düşünmek istemiyorum artık</div>
</div>
<div>
..</div>
<div>
<br /></div>
</div>
Emiliahttp://www.blogger.com/profile/17453475551492716634noreply@blogger.com41tag:blogger.com,1999:blog-1673933614004395736.post-41330110655923512262014-11-18T19:06:00.000+02:002014-11-19T15:48:25.180+02:00In vitro'da var'lık<br />
Yağmur sularına karışmış düşler görmüşlüğüm var.<br />
Mevsimler kaynatıp ıhlamur yapmışlığım da var.<br />
Bir kaç adam sevmişliğim var.<br />
Bir çok adamdan gitmişliğim var.<br />
Sus çilesine sarılmışlığım var.<br />
Kendimi unutmuşluğum var.<br />
Şehrin dik yamaçlarından yitişlere ok gibi inişlerim var.<br />
Düşünerek yarattığım yankılarım ve uçurumlarım var.<br />
Derinleşerek kendimi çoğaltmışlığım var.<br />
Çoğaldıkça kendimden eksilmişliğim var.<br />
Yok olan dünkü hayatın canlı cesedi olmuşluğum var.<br />
Vazgeçişlerle dolu bir manzarayı izlemiş ruhum var.<br />
Anlamak için kendimi yok etmişliğim var.<br />
Anlamak için sevmeyi unutmuşluğum da var.<br />
<br />
Diyorum ki, elimde hiçbir şey var.<br />
İster misin?<br />
<br />Emiliahttp://www.blogger.com/profile/17453475551492716634noreply@blogger.com16tag:blogger.com,1999:blog-1673933614004395736.post-10359902212480301072014-11-12T23:15:00.003+02:002014-11-12T23:46:31.978+02:00Janus yeşiliÇat!<br />
Düştükten hemen sonra yüzünden çıkan sesti.<br />
Çat!<br />
Çantasının rengi de böyleydi. Düşüşünü gören kalabalık da. Ambulansın sesi bile böyleydi: Çat!<br />
Otobüs geldi sonra; 554.<br />
Vücudu titriyor. Muhtemelen sara. Kalp krizi de böyle mi olur?<br />
Sırtüstü yatırmayın soluk borusu tıkanır diyorum.<br />
Kaldırımda ters dönmüş ayakkabının diğer teki ayağında.<br />
Kahverengi.<br />
Otobüse bindim. 554. Otobüs de kalabalık. Kafamın içi kadar. Baygın adamı gören cama yapışmış. Herkes üzgün. Herkes kafamın içi kadar üzgün. Karışıklıktan utanarak zevk alıyorlar.<br />
Uludağ. İneceğim birazdan.<br />
Melih'in yanından ayrılır ayrılmaz okumaya başladığım hikaye bitmek üzere. "Umut var" yazmış son sayfaya: "Biliyor kadın. Kadınlar bilir. Egeli olanlar daha iyi bilir."<br />
<br />
"Umudun adı Nautilus. Unutma, sen yaptın onu. Mavi bir hayattan."<br />
Hafiflemedi.<br />
Akıllı olmadıkları için gittiler dedim kendi kendime.<br />
Akıllı olsa gider miydi?<br />
Hem savaşlar da bu yüzden çıkmış, Sema hoca yanılacak değil ya.<br />
<br />
Deniz kıyısında yürüyordum, kitabın adından mütevellit. Yokuş çıkan bir araba kadar hızlı. Central dogma. Saniyelik. Herhalde çok düşündüm. Nasıl ağlamaya başladığımı hatırlamıyorum.<br />
<br />
Bu bankta biraz soluklanayım.<br />
Olmaz. Fatih abi bakkalı henüz kapatmamış. Görmesin. Biraz daha yürüyeyim, apartmanın köşesine otururum. Hem karşıda çöp konteynerleri de var. Transcripsion.<br />
<br />
Haydii. Matematik çalıştırdığım küçük kız birinci kat balkonunda.<br />
Erteleyelim. Bunu da. Translation.<br />
<br />
Nerede kaldın diye sordu babam.<br />
"İlk beyaz yalanlarını mavi uğruna söyleyecek kız"<br />
-Uzadı laboratuvar. Asistan bırakmadı. Sonra hoca ona kızıyormuş.<br />
dedim. Yalanı dersime giren hocamın satır aralarından almıştım az evvel. İhmal edilmiş bir sorumlulukla. Sema hocanın öykülerinin sevdiğim bir yanı var, her karakter isimsiz. Böylelikle bana da ait olabiliyor kaçışları, üzüntüleri ve yalanları.<br />
Nefes nefese verdiğim bu cevap odamın kapısına kadar idare etti.<br />
<br />
"Sevda mavidir. Her tonu aşktır mavinin. Cam göbeği değil can göbeği olur sevda, canın tam merkezi, mavi. Sevda can verdiğiniz bir bebeğin adı olur, mavi bir rüzgâr adı."<br />
Bir yudum su.<br />
Bir çocuk mu doğurmalı?<br />
Bir kurtuluş. Dağınık bir yatak odası. Sokağa atılmış siyah çöp poşetleri. Vizeler? Gelecek sancıları. Gidişler, yitmeler, yitirişler ve nicesi.<br />
Yosun yeşili cehennemler. Hadi canım!<br />
Umudun samimiyetsiz gülüşleri.<br />
Bölünen uykular.<br />
Sonradan bakıp içeriz diye henüz çekilmemiş fotoğraf kareleri. Sevginin kör noktaları ki yumruk gibi düşen gecelere.<br />
Gidişler sonra.<br />
Gitmeler.<br />
Geçememeler.<br />
<br />
<br />
Botları çıkarmalıydım gelirken. Çıplak ayak yürüsem yıllarca anlatabileceğim bir hikayem olurdu hem. Ayağımın çıplaklığı dışında hiçbir gerçekliği olmazdı.<br />
Hiçbir güzelliği de olmazdı. Öznesini yitirmiş belki de bir daha hiç bulamayacak bir nesne olarak, bir düş ülkesine yürüyebilirdim.<br />
Fatih abi bakkalı kapatmış olurdu yahut.<br />
Bankta oturabilirdim.<br />
Mavi bir kedinin başını okşayabilirdim.<br />
Mavi bir çiçeği koklayabilirdim.<br />
Mavi bir sigara içebilirdim.<br />
Durup dururken mavi seven bir adama onu ne kadar çok sevdiğimi söyleyebilirdim.<br />
..<br />
Asıl çıplak olan düşünceleri. Laboratuvar masası ikisinin sarıldığı. Sema hocanın kapı kilidi. Filiform papillalar. Malaşit yeşiliyle boyanamayan Pseudumonas.<br />
MLST hatta.<br />
<br />
<br />
Ne demişti Sema kadın:<br />
"Onlar genç, âşık ve mavi."<br />
<br />
<br />
Severler belki.<br />
Ama gidecekler.<br />
Savaşları da kendilerine kalacak. Yine.Emiliahttp://www.blogger.com/profile/17453475551492716634noreply@blogger.com23tag:blogger.com,1999:blog-1673933614004395736.post-67542312119719515232014-10-17T01:50:00.005+03:002014-10-17T01:50:46.574+03:00aktarmaGeçişin çiçekleri arsız açar her gece ismimin kuytusunda, görmezden gelirim de rahat bırakmaz yakamı. Ve ben en çok geçişleri severim yine de. Karanlıktan aydınlığa, yalnızlıktan yalnızlığa, felsefeden edebiyata, edebiyattan halı sahaya..<br />
<br />
Vazgeçişler, umutsuzluğa kapılmalar, bir nihilizm akıntısında sürüklenmeler, yine de boğulana kadar yüzmeler..<br />
Hayat olağan devridaimini aksatmadan yapıyor. Peki sen neler yapıyorsun ?<br />
Umutsuz aşklarda yoğrulup mükemmel aşık aramaya başlıyorsun. Ne zamandan beri ele çamur değmeden testiler yapılıyor söylesene bana ? Bileğe kuvvet diyip harika aşklar yaratabilirsin oysa. Zaman kaybetmeden bir şeyler inşa edebilirsin.<br />
Basit hatalar ağır bedeller tahsil ediyor bizlere, kabul. Olsun, yanlış hesapların düşürdüğü omuzların ardından y görünmez mi palamut ağaçları, parkta yakalamaç oynayan çocuklar ? Görünür tabii, görünmez deme hemen. Düşün bi, o zaman bir başka güzel olmaz mı geçişler.<br />
Dur hele, otur bir soluklan , al çayını eline, şeker de orada duruyor. Söyle şimdi, bahardan kışa/kıştan bahara, Leyla'dan Necla'ya/Ahmet'ten Mehmet'e, evden sokağa sokaktan bara, rakıdan biraya biradan şaraba, şaraptan yıllara.. geçsen, geçsem, geçsek ? Kavranmaz mı yalıtılmışlık o zaman. İkonoklastk bıdıbıdılar uyuşturmasın beyin hücrelerini. Şşş.. sessiz olursan birilerinin geçişte olacağını duyacaksın sen de.<br />
<br />
Geçmiş'lerdeki kayboluşta bulunan avuntu, kayıp zaman'a yenilgidir yalnızca.<br />
Hikaye anlatıyorsun Emilia deme. Olur, bal gibi de olur. Hangisi yeni ki yaşanmışlıkların ? Herhangi bir kıyıda bilmemiş miydik ? Öğrenmemiş miydik ? Tanımamış mıydık ? Eğer ki ezer geçersen, hiç olurlar! Öyleyse nedir bu şaşkınlık, umutsuzluk, vazgeçmişlik, kararsızlık, korku ??<br />
Hadi ama, bir şeyler avuçluyor bizi, sürüklüyor tik taklarında. Biri kaçıyorsa biri mutlaka kovalıyor, zamana kayıp düşmeyelim, dizimiz kanar, canımız acır mazallah!<br />
<br />
Ne diyordum, heh;<br />
"Geç, dönme ama bil!"Emiliahttp://www.blogger.com/profile/17453475551492716634noreply@blogger.com8tag:blogger.com,1999:blog-1673933614004395736.post-4822024688514512132014-10-09T02:28:00.002+03:002014-10-09T04:05:50.471+03:00Sor bakalım neredeyimBoğazıma kadar boka batmışken bir umuda sarıldım Kafka'yı hiçe sayarak.<br />
<div>
Bizim gibiler için de umut olmalıydı. Ayaklarım öyle nasır tutmuş ki gidememekten, tüm ihtimaller buzdan soğuk. </div>
<div>
Bir adamın koynunda uyudum da, bir sus payı bırakamadım anlayacağın. -Burada rengarenk bir ev var-</div>
<div>
Bu sorguların hiç mi sonu yok? Kendime uzansam hayattan eksiliyorum. Hayata uzansam kalabalığa boyanıyorum; bunca yıl bıçak bileyip kaçtıktan sonra bu insan saçmasından üstelik.</div>
<div>
Önce bir babanın saçlarımı okşamasını kaçırıyorum. Sonra hiçbir erkek bir baba olamıyor benim için ki, kimseyi tüm benliğimle sevemiyorum. Yaşama konusundaki beceriksizliğim masada meyve tabağı kalıyor bunun yanında. </div>
<div>
Son kıyametten sonra bile sevginin kellesini vurmuyorum ama. Düşün. O kadar gücüm var hala. Ellerim sıcak diyip, bir cehenneme daha gömülüyorum hep olduğu gibi.</div>
<div>
Ne yapsam olmuyor anlayacağın. Sebep sonuçlarda yaşantıların rengi değişiyor hiç istemediğim sahnede. Bunca çığlığım yerine otursa da kötülüğe dair ne kadar üçleme varsa cadının süpürgesine binip bilinmeyen krallığa gidiyor. </div>
<div>
Wristcutters A Love Story'da Eugene (Shea Whigham)'nin arabasındaki o koltuğu hatırlar mısın? Altına ne kaçsa kaybolurdu, karanlık bir döngü görseliyle, alakasız bir sahne oluverirdi filmin içinde de beni hep aynı etkilerdi.</div>
<div>
Bu dünyada ne kaldıysa sizin olsun. Ben koltuğun altına yanlışlıkla düşüp, sonsuza kadar yok olmak istiyorum. </div>
<div>
Özlem'e göre benim için hala umut var. Aslına bakarsan bazen ben de öyle hissediyorum; içten içe. Ben her bazen Özlem için de öyle hissediyorum.</div>
<div>
Fakat her kurgudan sonra bedel ödeyenin kendi gözlerim olması tüm bazenleri kapı dışarı ediyor. Sessizliğim anlatmıyor, anlatamıyor. Bitkinlikten de ancak bu kadar çıkabiliyorum. Çabam takdire değmiyor da, ben, benim işte.</div>
<div>
Duvarlarımın ardında vazgeçmekten başka bir yol da var belki. Anlatması zor. Kaçmak istiyorum en çok. Bazen kaçmaya bile fırsat vermeyecek kadar uzak kalıyorum hatta. Uzak kalamadığım noktalarda da bir şeyler anlatırlarken derin bir pesimist manzarada başka diyarlara yelken açıyorum. Alkolün bakıcılığına gerek kalmıyor çoğunda. Yitişin kollarına nasıl da yumuşak düşüyorum bi' görsen. </div>
<div>
Aslında genel bir portre istiyorum bu dünyadan anlıyor musun? Benim nerede olacağıma dair. Arayışıma dair bir portre istiyorum. </div>
<div>
Fırçayı verin Tanrı'ya.</div>
<div>
Sürüklenmeye devam.</div>
<div>
<br />
<br />
<br /></div>
Emiliahttp://www.blogger.com/profile/17453475551492716634noreply@blogger.com19tag:blogger.com,1999:blog-1673933614004395736.post-84535559321428454682014-09-09T00:51:00.000+03:002014-11-13T00:11:28.860+02:00Önemsiz ağlatıGece sızıyor içeri. Geceyle birlikte sen ellerime dokunuyorsun. Umutsuzluktan bozma bir yatakta, uzanıyoruz tavanın içinden geçercesine. Biraz daha baksa tüm hayallere dokunacak iki beden, uzanmış, rigor mortis. Sanki. Sanıyoruz. Sancıdan geliyor farkındalık. Doğumdan. Ölümden. Tanıdık dağıtmalardan, dost sofralarından, erte'lerden ard'lardan ve yeniden'lerden.<br />
<div>
Ne diyordum. Biraz daha baktık işte. Aynı gökyüzünde ayrı, aynı tavanda yan yanaydık. Dokunsak dağılacaktı. Uzandı eller. Ne de olsa sönmeye tutkun bi' ateş var içimizde. Tavan darmadağın, hayaller darmadağın, yeni doğmuş köpek yavruları darmadağın..<br />
<div>
<div>
Ne yastığı ne çarşafı ne de bu kahrolası sensizliği düzeltebiliyorum. Kendime dönmek için gittiğim temmuz'lara selam vermeden kaçışlarım, senden ve sevgimden, hatta yaşatabildiğim tüm mavilerden. Yaz çocukları bilir. Eylül olmasan sen de bilirdin. Bunca gidişten sonra koşa koşa sana geliyor ruhum yine. Yolu yol değil ama, her şey sana geliyor. Plaklar, kitaplıklar, lav lambaları. Bana kalan hiçbir şey yok. Onca dağ tepe aşıp yanına koşuyorlar. Cadı kazanları kaynıyor. Ben kalıyorum yine kendimle. Bu kabusun biteceğini düşünsem de, bunun gerçekleşmeyeceğini biliyorum. Kazana atıyorum kendimi, boynumdan başlıyorum yanmaya. Sonra bir yel esiyor haliyle "iyi değilim" cümlesi midemi bulandırsa da yalan söyleyecek gücü olmayan kırmızı papuçlu tavşanı oynuyorum. Bir duvar lazım, arkamı yaslayabileceğim aslında. Bir duvar lazım evet.</div>
<div>
Yine sen haliyle. Kafanda onlarca Ben ile, Dante'nin tüylerinin kaldığı koltukta ayaklarını dikmişsin. Etrafından geçenler bir bir bıçak kenarı. Öpüp saramıyorum da. Oysa ne zaman bir buluta düşsem, aklıma sen gelirsin. Ne zaman sevdiğim bir tat dilime bulaşsa, aklıma gelirsin. Ne zaman kulaklarımda Pearl'ün sesini duysam, aklıma gelirsin, Ne zaman bir mevsim kaynatsam, aklıma gelirsin de uzanamam. Bu tarifsiz acının -ama herkesçe bilinen- verdiği tükeniş saçlarından başlıyor yıkamaya böyle anksiyete bozukluklarımda.</div>
</div>
<div>
<br /></div>
<div>
Zamanı var diye bekliyorum sevgilim. Kanayan ruhundan biliyorum her şeyi. Her sabah aynı düş ve her akşam aynı düşüşle bekliyorum; plazmaların gerilmediği, kaldırımların yumuşacık olduğu o zamanı. Umut sancısı. Bir fare gibi kemiriyor beynimi. </div>
<div>
Bunca anlatı boşa. Siktir et bir bok da tarif edemedim zaten. </div>
<div>
Sadece bil, bahçedeki çimler sen olmadan daha mutlu değiller.</div>
<div>
Daha mutlu değil varlığım. Daha mutlu değil yaptığım yemekler, yıkadığım çarşaflar. Daha mutlu değil giymeye kıyamadığımdan idama giden uyku tişörtlerin ve çocuklarım.</div>
<div>
Bil işte.</div>
<div>
Bil ve tut artık kolumdan.</div>
<div>
Bir yolunu buluruz.</div>
<div>
Siktirolup gideriz mesela.</div>
</div>
<div>
<br /></div>
<div>
Ya da boş ver.</div>
<div>
-Ne kahveye süt, ne yerleşik bir düzen ne beyaz üzerine mavi ne de lacivert..</div>
<div>
İki ok sadece. Ayrı yönlere giden.</div>
<div>
Havayı delip geçen.</div>
Emiliahttp://www.blogger.com/profile/17453475551492716634noreply@blogger.com1tag:blogger.com,1999:blog-1673933614004395736.post-31397477556651728942014-08-16T02:27:00.000+03:002014-08-16T14:18:28.658+03:00İhtimamlarHer türlü olasılık İzmir'in bu en kavurucu sıcağında toprak yüzeyine çıkıyor.<br />
Saçma sapan düşünceler tohum döküyor bu dünyanın çimine.<br />
Yitmelerden ve yitirişlerden düğümler oda lambasına boynunu geçiriyor<br />
Telaşlarını yatıştıramayn bir kadın donuk kalıyor saçmanın ortasında.<br />
İnsanlar zafer şarkılarını söylüyor bu bok sokağında o vakitler.<br />
Kuşlar çoktan göç etmiş.<br />
Kadın, katliamdan kendini sorumlu tutuyor haliyle.<br />
Ağlamaktansa, bilmektense, sevmektense yahut<br />
kör olmak, tükenmek, yok etmek daha çekilinesi geliyor.<br />
Beklediği ses düşünceyi delip geçiyor o an:<br />
"Vazgeç artık. Zamanıdır."<br />
Bir kör kuyu alıp götürüyor kendi değersizliğini.<br />
Köşesinde bekliyor sessiz;<br />
Bilinci, sezgisi, kaçışları, kopuşları.<br />
Her şey köşesinde.<br />
Huzur konulan yanın altında gizlenmiş fırtınalar varken<br />
Hangi yelken sağlam çıkar bu okyanustan?<br />
Oysa tüm ama'ları itekleye itekleye sarılmıştı kadın.<br />
Kandırmacalar hayal ettiği patikanın rengini değiştiremedi.<br />
Aynı kışın, aynı şubatıydılar aslında.<br />
Şimdi, birbirine uzak mevsimler olmuşlar da<br />
ihtimaller yağmış üzerlerine.<br />
Bahisler tükenmiş, omuzlarında yüzyıllık buruk bir zaman.<br />
Öngörü karanlığında kıpırtısız bir göl.<br />
Varlığını düşlemekten korktuğu canavarlar oturuvermiş huzur denilenin yanına.<br />
Kim bilir kaç kere tükenmiştir..<br />
<br />
Belki bir diyeceği var ama kadının,<br />
Çıkamıyor dudaklarından.<br />
Olsun, gözyaşları var saf huzurdan süzülen.<br />
Kimse bilmez zaten gidişleri<br />
Kimse bilmez tüm bu gidişlerin saatlerce öptüğü masumiyet olduğunu.<br />
Mümkün mü böyle bir durumda o sesi duymak dersiniz?<br />
Mümkün mü?<br />
Sesler diyorum, hiç olmamalılar aslında.<br />
bir iki..<br />
-Cennetin kapısı burada!Emiliahttp://www.blogger.com/profile/17453475551492716634noreply@blogger.com1tag:blogger.com,1999:blog-1673933614004395736.post-69850243178887664322014-07-01T00:35:00.001+03:002014-10-09T01:08:34.268+03:00-dahaDaha dayanabilirim diyorsun sonra.<br />
Farkındalığın belini kırdığı dahalar alt üst ediyor boktan hayatını.<br />
Sevişmenin yerini alıyor düşler ve düşünüşler.<br />
Bir de düşüşler.<br />
Daha dibe, daha derine daha o'na<br />
<br />
Bunun güzelliği de hiç var olmamış olması belki de,<br />
Olasılığı ya da, kahverengini düşündüren kadehin.<br />
Bir yudum daha.<br />
Küçük yalnız bir kertenkelenin rüyasından firar ettin çok çok küçükken<br />
Kulaklarını tıkadığın nağmelerim en güzel şarkılarındı aslında.<br />
Duyan olmadı pek.<br />
Bir kadının hayatına eziyet edişinde açtın gözlerini<br />
Kolay olmadı tabii harikalar diyarını kavramsallaştırmak o yaşlarda<br />
Erken başladın, sevmemeye ve içmeye.<br />
Çenen düşünce kaçtığın sorular<br />
Kendine dair uyanışlarındı<br />
Sıcacık.<br />
Ayaklarının altından pamukçukları çeken zaman,<br />
Üzerine önceler koyduğun sonbahar yapraklarını<br />
Pişman etmeyenlerin rengine boyadı.<br />
Öngörülemez fırtınalar bahçe kapısını çarptı haliyle,<br />
O'na olan hasretin dinmediğinden ne yapsan uzak kaldın.<br />
Sevdin ama doyamadı hayat.<br />
Güzelliği ile bu sıcacık havalarda su veren sadeliğin<br />
Paradoksallığının yutup yok ettiği girişine kadar<br />
Bir nehrin büyülediği ışıl ışıl çayırlarda gezdin.<br />
Sonrasına izin vermedi izdüşümlerin.<br />
Şarabın rengini dudaklarına sürsen de<br />
Babanın ninnisi hep saçlarındaydı.<br />
Yürümek istiyorsun kırlarda ama,<br />
Belki de gücü kalmamıştır<br />
Ayacıklarının<br />
..<br />
<br />Emiliahttp://www.blogger.com/profile/17453475551492716634noreply@blogger.com4tag:blogger.com,1999:blog-1673933614004395736.post-2965461828925030842014-04-24T01:06:00.002+03:002014-04-24T01:06:16.534+03:00Varlık kadarAlela'yı dinleyerek yazıyorum.<br />
Burada. Hiçliğin ortasında. İçimde af dilediğim diyarlardan kalma buruklukla.<br />
Tanrım.. Yazmak da olmasaydı neyin kellesini keserdik.<br />
Tak tak..<br />
Ardı belli bu hüznün. Melodiler kulağa çalınacak. Sahil kenarı soluklanması. Gözünü kırpmadan izlediğin idam sahnesi bilindik.<br />
Ellerim üşüyor, parmaklarımda yanan sigaranın teni.<br />
Neler söylemek istiyor ellerim de, işte, bilindik. Biliyor. Tanımladığım herkes üstelik. Bana ait hiçbir yer yok. Hiçbir yer.<br />
Hiçbir.<br />
Hiç.<br />
Hiç!<br />
Pencere kenarı sohbetleri, yine bilindik.<br />
Sokak lambaları olması gerektiği yerde.<br />
Yere düşen bozuk paranın sesini duyuyorum taa burdan. Cebinde kalan hiçbir şey yok.<br />
Hiçbir şey.<br />
Hiçbir.<br />
Hiç!<br />
Sessizliğin köşesinde arkadan arkadan gelip de belinden sarılan yalnızlık var bi'. Hiçliğin bir yerinde.<br />
Bir de renklerin solgunluğu var. Paylaşılmışlığın ve verilmişliğin acısını ellerinden anladığın o renklerin; rengin.<br />
Gecenin rengi var. Bu renkte daha iyi anlatıyor insan kendini kendine. Kendini kendinden dinleyen kimseye. Ve her gecenin efendisi tüm çıplaklığıyla karşında. Alışılagelmişin telkini aldırmaz bir yorgunlukla yatağında. Uzanıp da sarıldığın huzur demir kapının kolunda. Orda burda tozlu kitapların. Çorapların. Sütyenlerin. Her dolap üstünde ağzına kadar dolmuş kültablaların var.<br />
Yaşanmışlığın.<br />
Yaşatmışlığın.<br />
Geçmişliğin ve geç kalmışlığın var.<br />
Sevmelerin var çokça. Ellerinden tutup da öptüğün renklerin var. Nefretlerin.<br />
Yılmışlığın, yıpratmışlığın, fokların var.<br />
Tükenmişliğin, tüketmişliğin, huzur arayan ceplerin, çimin yeşili bulanmış çorapların var.<br />
Binbir mercek düşüşlerin, kahverengi bir köpeğin, bahçende solmuş çiçeklerin var.<br />
Afların var ve ardların.<br />
Kalanın var bir de.<br />
Ne kadarın kaldıysa.<br />
<br />
<br />
Dip: <a href="http://www.youtube.com/watch?v=DvwKCgLlpXk&feature=share" target="_blank">Dinleyesi de hatırlanası</a>Emiliahttp://www.blogger.com/profile/17453475551492716634noreply@blogger.com4tag:blogger.com,1999:blog-1673933614004395736.post-42718889425045318932014-01-18T21:38:00.001+02:002014-01-18T21:53:37.011+02:00Sarhoşluktan öncekiTasarım hatası diyaloglarla en çok biz bitirilir. Onca sevişmenin ertesi orgazmsız muhabbetlerin beli doğrulmaz. Oldurmaya çalıştığın onca ama'nın elleri kırılır, sokak lambası kanar.<br />
Sus lütfen. Cevap verme.<br />
Biraz içmişim eski günleri anarak. Odamın beynimi becerdiği sigara kokulu günler boynumdan yalamış beni. En çok konuşmaya hasret.<br />
Anlatıyorum. Lütfen duyun beni. Beni anlayın. Yalvarıyorum anlayın beni.<br />
Kavramasaydım avuçlarımla bunca şey'i nasıl saçmalayabilirim?<br />
Parça parça tükeniş değil mi bitmekten öncesi. Parçaları görebiliyorum artık beynimin bodrumunda. Yeniden anlaşılmıyorum. Yeniden düşünüyorum. Düşünüyorum. Uyuyor o. Yanımda böyle. Ellerimi tutuyor. Dokunmadan uyuyamaz zira. Ben yamacında, düşümde binlerce düşüş, kesmişim kellesini, ellerimden akar trenler. Kaçmamışım kaybolmayım diye. Durmuşum yanında böyle. Yanında durmuşum ben.<br />
<br />
Çok yakaladım ahengi de avuçlarımdan kayıvermesini umursamadım. İlk defa sarılıyorum; tüm yaşamım boyunca ilk defa bir şey'e, kimseye sarılıyorum.<br />
Kaos zorunluluk tabii. Bunca istemediklerimi yangından kurtarmışken, istediklerimin derisi yüzülür mü? İşin tuhafı, kurguladığım hayat bu.<br />
Benim hayatım.. Yaşama konusundaki malum beceriksizliğimi kitap ayracı yapıp da odalar kuşattığım. Benim hayatım yahu. İçine etmekten bıkmadığım. Hayatım diyorum, babamın saçlarımı okşadığı zamanı kaçırdığım.<br />
Gömülüp gömülüp en derinlere boğulmaktan vazgeçmediğim hayatım.<br />
<br />
<br />
Susun!<br />
Anlatıyorum, yalvarıyorum susun!<br />
Bu boktan hayatımdan daha iyi birisi değilim. Biliyorum. Ne kavradıysam, un ufak ettim bunca zaman. Tutmayı da sarılmayı da bilmedim ben.<br />
<br />
Bulantım durmuyor.<br />
Çok eski bir zamandan kalma; duyduğum, bildiğim, hissettiğim, tattığım. Ama korktuğum, ağladığım, anladığım, haykırdığım.<br />
<br />
Tanrım! Bunun bir alternatifinin olmadığının bilincindeyim. Lütfen, ölümüm de midemden olsun.<br />
<br />
Sevgilim...<br />
Tik tak tik tak...Emiliahttp://www.blogger.com/profile/17453475551492716634noreply@blogger.com5tag:blogger.com,1999:blog-1673933614004395736.post-61906511706893764062013-10-29T02:26:00.001+02:002013-10-29T02:26:41.204+02:00geber mavi, geber!zamanı var daha mevsimin<br />
içindeki o mutluluk kıvılcımını uyandıran renkler arkanda kaldı<br />
nasıl da heveslisin yalnızlığa körükle gitmeye<br />
ellerini titreten yenilgilerin ardından<br />
yoruldun da düşemedin mi o sevişilesi yere?<br />
karanlığa mavi süren masum inlemelerin<br />
hatırlatmıyor mu kırların pastelliğini<br />
nedir bu ölüm tutkusu?<br />
nedir ölümle bu samimiyet?<br />
körolası gecelerin aksak yürüyüşleri mi itiyor seni tek başınalığa<br />
nedir bu adını unuttuğun mutluluk tiyatrosunun sessizliği?<br />
uyutuşu kendini,<br />
unutturuşu.<br />
sarılırken birilerine tedirgin olduğun hayat sahnesi mi<br />
yoksa uçurtmanın gölgesinden firar ettiğin çocukluğun mu?<br />
nedir bu mavinin soluğunun ötesindeki<br />
cennetin kapısı çalınıyor da buyur eden mi olmuyor?<br />
nedir bu mutlanmanın sevimsiz kaypaklığı?<br />
umutlanmanın kısırlığı.<br />
içini kavuran düşüşlerin ocakta yanışı cayır cayır?<br />
<br />
seslerin cümbüşü kulaktan çalar kapıyı unutma<br />
geçmenin en güzel yanıdır susmalar<br />
sarıl tüm bu'nlara ve amalara.<br />
biliyorsun içten içe,<br />
içindeki o alev en çok sönmeye tutkun.<br />
biliyorsun..<br />
ertelenmiş yalnızlığın dibindedir şişe.Emiliahttp://www.blogger.com/profile/17453475551492716634noreply@blogger.com13tag:blogger.com,1999:blog-1673933614004395736.post-53082649183485645052013-10-05T20:33:00.003+03:002013-10-05T21:16:06.968+03:00GeçiyordumKış geliyor, artık sık sık uğrarım buralara. İki damla yaş akıtırız beraber. Özleriz belki. Belki de hiç özlemeyiz. Hisseder miyiz be? Böyle hücresinden tut da iliklerine kadar? Hissediyor muyduk birbirimizi, bizi, anlayabiliyor muyduk? Sevebiliyor muyduk.. Sevişebiliyor muyduk.<br />
<br />
Taa derinlerden gelen pürüzllü yaşantılarda esir oldum bunca zaman; ara ara. Ara ara yaşamayı severim ben. Ara ara çoğalmayı, karışmayı diğerlerine sonra siktirip gitmeyi. Sıkılmayı severim en çok. Konservatif çareler üretmeyi. Hapsetmeyi kendimi dibine, mantar tutmasını üstümün başımın. Huzursuzluğu da severim aslında. Bunca ay sevgili koynunda huzura bulansa da elim yüzüm burnum. Huzursuzluğu bir başka severim.<br />
<br />
Zordu di mi diri bir enerji yumağı ile ayağa kalkmak. Koşmak ölesiye ufuklara doğru. Bazı sahneleri arşivlerden çıkarmak lazım lakin, sokağında yenilendiğimiz o eski lamba mesela. Hani en güzel mavilere tepesinden bakan, korkunun ve yaşama tutunma beceriksizliğinin üstesinden gelecek kadar özgüven içinde yaşadığımız o sahneyi. İnandığımız. İstediğimiz, ileri attığımız.<br />
<br />
Çıkış var. Öteki tarafın esintisi boynumuzu yalayalı yıllar oldu.<br />
İyi de neden ulaşamadık hala?<br />
Ulaşamadım?<br />
Çıktım da görmedim mi?<br />
Randididon.<br />
Sübolop lop.<br />
Okuyor musun hala?<br />
<br />
Löp löp etler de vardı be..<br />
<br />
Geçtim ben.<br />
N'aber?!<br />
<br />
Not: Şen ola Forzaa şen olaaaa.<br />
Koyduk mu???<br />
<br />Emiliahttp://www.blogger.com/profile/17453475551492716634noreply@blogger.com3