23 Ağustos 2012 Perşembe

Olur mu bu yıkılışıma koşmak çare? Uçsuz bucaksız sokaklarda ölesiye koşsam. Ölene kadar koşsam. Ölsem. Defalarca ölsem.

Uzun zamandır bu kadar derine düşmemiştim. Uzun zamandır ağlayarak uyanmamıştım mesela. Gözümü bir başka yöne çevirsem soyutluğun bu kargaşasından, düşünsel yrgunluktan, meleklerden, şeytanlardan kurtulacağımı zannederken hep aynı bok çukuruna düşmemenin var mıdır bir yolu?
Koşsam mesela.
En çok da koşsam.

İçsel yolculuklarda, savaşlarda, ne biliyim kendi kendimizin boğazını keserken mesela soğuk bir nokta işler ya yüreğinize. Buz kesilir her bir yanlarınız. Yolumu değiştirecek kadar güçlü değilim hala. Onlara teslim oluyorum. Ellerimde kan. Yılgınlığa düşmenin endişesi sarıyor ruhumu. Tükeniyor sadelik. Elimde nitelendirdiğim ne varsa tükeniyor. Tüketiyorum. Toplumdan farkım yok. Tükeniyorum.

Söyleyin bana, daha dar bir sokak var mı şu tozu toprağı yuttuğum dünyada? Korkudan, kaybetmeye olan alışkanlığımdan da öte bir sessizlik ki hücrelerinde kayboluyorum. Ben 23 yıllık mahkum. Söyleyin, n'olur söyleyin var mı ışığa giden bir yol?
Yoruldum ben.
Asılı kalmanın dehşeti yumuşamıyor boğazımda.
Yutkunamıyorum.
Uzun zamandır böyle ağlamamıştım.
Yoruldum.
Çok yoruldum.

Koşsam?
Tükensem
Bitsem
Bitse
Bits
Bit
Bi
b
..

1 yorum:

  1. İstediğin kadar koş...gölgen gibi ardından gelir kaçtıkların..

    YanıtlaSil