27 Aralık 2016 Salı

Üzüm vaaar, karpuz vaaar!

-Ders kadın ders?
-Başlıyorum. Sen de çalış ama.
-Öyle yapacağım. Kolay gelsin.

Yalan söyledim. Biliyorum o da henüz oturmadı işin başına. Belki sigarasını bile çoktan yakmıştır. Sigarasını nasıl yaktığını anımsayamıyorum. Ama şu an gözlerimi kapattığımda bunu kesinlikle hayal edebilirim.
Kelimeleri de bu yüzden daha çok seviyorum. Ardarda bir sürü hayal kuramam, fakat kelimeleri usanmadan dizebilirim, çünkü benim için, elle tutulabilen gözle görülebilen her şey onlar. Tanrım ne de gerçekler!
Neyse. Sonuçta parlaklığını kaybetmeyen herhangi bir nesneden umut kesilmez. Kesilmez de rüzgarın da etkisini unutmamak gerek. Sertse, kıpırtısız nesneler üzerinde ıslık çalar -manzarayı ondan seviyoruz belki de- bir yere bağlı olanlar sarsılır, olmayanlar sürüklenir, bir de yağmur yağdı mı! Böyledir, bazıları hapsolur, bazıları devam eder.
Pek de ilerleyememiş, kanının son damlasına kadar yaşadığı çağdan nefret eden biri olarak, hüznün yok yere uzandığını söyleyebilmek isterdim. Ama o kadar çok ölüm sığdırdık ki şuncacık zamana. Hiçbir şey yok yere olmuyor artık. Tanrım ne çok şey değişti. Nasıl da katlanılmaz oldu artık nefes alıp vermek.
Açık maviler, patika yeşilimsileri, erguvan kırmızıları derken inanmışlığın ötesinde bir vazgeçmişlik kavradı hepimizi. Derbeder bir unutuş kazındı aklımıza mıh gibi. Tam da bu noktada, ufacık çocuklar can buluyor göğüs kafesimde. Ufacık çocukların her şeyi var edebilecek güçte gülümsemesi vardır tavşanlar. Ölümün burada işi yoktur. Mücadelenin başlangıcı da bitişi de burasıdır. Fakat artık, sanki, onca dağ tepe aşıp, bulutları arşınladığımız bu mücadelenin de bir anlamı olmamaya başladı.Yorgunluk, uyuşukluk, bolca sıkıntı, en çok ölüm. Ölümün yaşı yokmuş tavşanlar, el kadar bebeklerin de kurşun yaraları olurmuş.
..


Başaramadım biliyorum. Dört duvar arasına hapsolmuş bir ağaca paha biçilmez bir tükenmişlikle sarılıyorum. Bu da bir hastalık.
Oysa bir zamanlar savaşmaya, dostluğa ve aşka yeteneğim vardı, yalan yok, galibiyetlerim, dostlarım ve güzel aşklarım oldu. Hayal kırıklıklarım da pek tabii. Düşlerimin hatası, devrin pisliği dedim, böyle böyle derken insanlardan uzak kalmak geçerli bir kurtuluştu. Yalnızlık arttıkça insan kendini daha iyi keşfeder. Bilirsiniz.

Düşüncelerimi yakalayamamakla birlikte içine girdap gibi çekildiğim çelişkilerin farkındayım.
Böyle kısır bir döngüde ne boş verebilir ne de rahatlayabilir insan. Ne hiçlik ne de her şey. Zor tavşanlar zor. Zıtlıkların arasında birer köprü, sonsuz şiirlerin geceleri derken; güneş varken güneş, yokken sıcaklık arayan kedi misali olduk hayatta.
Gerçi her şeyden vazgeçip elinden alınacak hiçbir şeyi olmayan birer aylak da olabilirdik. Bu demek oluyor ki kurtuluş hala var, belki, ufacık da olsa. (Var mıdır Selman?)

Günün kendinden başka bir vaadi olmasa da "umut" var demek istiyor insan. Mesela Selman'ın sözcüklerini her duyduğumda bunu söylüyorum.
-Yalan yok.
Her akışın bir sonu vardır elbet, korkmuyorum, ışık diriltir neticede. Nasıl bulduysan öyle bırakacağın günlere birileri sızıverir; geç kalmadan. (Geç kalmadan diyorum çünkü öyle Selman.) Pessoa bile "Her yeni doğumda neyin öleceğini düşlemektense neyin doğduğunu hissedebiliriz pekala" der. Stoacı değilim aslında, yalnızca hayata karşı gardımı almak zorundayım.

Fakat Selman'a sarıldığımı düşlediğimde, at arabasının arkasında "üzüm vaaaar!" diye bağırdığımız zamanlar geliyor aklıma. Damağımdaki bu şölenin sadeliğini anlatamam. Oysa kelimeler, dokunabildiğim bedenlerdi.

Hayat ağır geliyor, kabul. Hatta bazen heyecanların şiddetini kaldıramayacağımı düşünüyorum. Sonunda aynı noktaya ulaştığım malum varışlarım. Aksine hiçbir zaman inanmadım, inanamadım. Selman'ın yarattığı bir karakter olsaydım mesela, uyduruk dizi karakterleri değil ama, belki de o zaman açılıp serpilebilecek güzellikte bir çiçek olabilirdim ve muhteşem bir hevesle dinleyebilirdim olacakları. (Ama jin jine kulilk bave te ye! dedik bir kere. Heheh.) Çünkü sayfaların meltemleri serin, ışıkları fazla da gerçek değildir. Çünkü gerçekler bazen korkutur, çünkü büyük sevinçler hep üzerinde erir, çünkü bir şey'e inanırsak başımıza felaketler gelir!

Hayır yahu. İnanacaktık. En çok da çocuklara.
..

Menekşe rengi gün batımları vardır Selman! Nedeni bir cam kadar gerçek acıları Awaz'ın, Ciwan'ın, Koma'nın tınılarına hapsetsek de menekşe rengi gün batımları vardır!
Ve coğrafya kader olmamalıdır!
Hadi sarılalım.
Düşünmeden.
Düşmeden.
Bilmeden.
Bırakalım.
..

3 yorum:

  1. Coğrafyalaaarr! Bütün ayrılıkların sorumlusu onlar. Coğrafyalarına bürünmüş insan oğlunun kim daha güçlü savaşlarına kurban giden topraklar (!) Güneşi görmek hayal olsa da, rutubetli duvarların dibinde çiçek açan menekşelere imrenip o renge büründüyse gün batımı, hala umut var...

    YanıtlaSil