Daha dayanabilirim diyorsun sonra.
Farkındalığın belini kırdığı dahalar alt üst ediyor boktan hayatını.
Sevişmenin yerini alıyor düşler ve düşünüşler.
Bir de düşüşler.
Daha dibe, daha derine daha o'na
Bunun güzelliği de hiç var olmamış olması belki de,
Olasılığı ya da, kahverengini düşündüren kadehin.
Bir yudum daha.
Küçük yalnız bir kertenkelenin rüyasından firar ettin çok çok küçükken
Kulaklarını tıkadığın nağmelerim en güzel şarkılarındı aslında.
Duyan olmadı pek.
Bir kadının hayatına eziyet edişinde açtın gözlerini
Kolay olmadı tabii harikalar diyarını kavramsallaştırmak o yaşlarda
Erken başladın, sevmemeye ve içmeye.
Çenen düşünce kaçtığın sorular
Kendine dair uyanışlarındı
Sıcacık.
Ayaklarının altından pamukçukları çeken zaman,
Üzerine önceler koyduğun sonbahar yapraklarını
Pişman etmeyenlerin rengine boyadı.
Öngörülemez fırtınalar bahçe kapısını çarptı haliyle,
O'na olan hasretin dinmediğinden ne yapsan uzak kaldın.
Sevdin ama doyamadı hayat.
Güzelliği ile bu sıcacık havalarda su veren sadeliğin
Paradoksallığının yutup yok ettiği girişine kadar
Bir nehrin büyülediği ışıl ışıl çayırlarda gezdin.
Sonrasına izin vermedi izdüşümlerin.
Şarabın rengini dudaklarına sürsen de
Babanın ninnisi hep saçlarındaydı.
Yürümek istiyorsun kırlarda ama,
Belki de gücü kalmamıştır
Ayacıklarının
..
1 Temmuz 2014 Salı
24 Nisan 2014 Perşembe
Varlık kadar
Alela'yı dinleyerek yazıyorum.
Burada. Hiçliğin ortasında. İçimde af dilediğim diyarlardan kalma buruklukla.
Tanrım.. Yazmak da olmasaydı neyin kellesini keserdik.
Tak tak..
Ardı belli bu hüznün. Melodiler kulağa çalınacak. Sahil kenarı soluklanması. Gözünü kırpmadan izlediğin idam sahnesi bilindik.
Ellerim üşüyor, parmaklarımda yanan sigaranın teni.
Neler söylemek istiyor ellerim de, işte, bilindik. Biliyor. Tanımladığım herkes üstelik. Bana ait hiçbir yer yok. Hiçbir yer.
Hiçbir.
Hiç.
Hiç!
Pencere kenarı sohbetleri, yine bilindik.
Sokak lambaları olması gerektiği yerde.
Yere düşen bozuk paranın sesini duyuyorum taa burdan. Cebinde kalan hiçbir şey yok.
Hiçbir şey.
Hiçbir.
Hiç!
Sessizliğin köşesinde arkadan arkadan gelip de belinden sarılan yalnızlık var bi'. Hiçliğin bir yerinde.
Bir de renklerin solgunluğu var. Paylaşılmışlığın ve verilmişliğin acısını ellerinden anladığın o renklerin; rengin.
Gecenin rengi var. Bu renkte daha iyi anlatıyor insan kendini kendine. Kendini kendinden dinleyen kimseye. Ve her gecenin efendisi tüm çıplaklığıyla karşında. Alışılagelmişin telkini aldırmaz bir yorgunlukla yatağında. Uzanıp da sarıldığın huzur demir kapının kolunda. Orda burda tozlu kitapların. Çorapların. Sütyenlerin. Her dolap üstünde ağzına kadar dolmuş kültablaların var.
Yaşanmışlığın.
Yaşatmışlığın.
Geçmişliğin ve geç kalmışlığın var.
Sevmelerin var çokça. Ellerinden tutup da öptüğün renklerin var. Nefretlerin.
Yılmışlığın, yıpratmışlığın, fokların var.
Tükenmişliğin, tüketmişliğin, huzur arayan ceplerin, çimin yeşili bulanmış çorapların var.
Binbir mercek düşüşlerin, kahverengi bir köpeğin, bahçende solmuş çiçeklerin var.
Afların var ve ardların.
Kalanın var bir de.
Ne kadarın kaldıysa.
Dip: Dinleyesi de hatırlanası
Burada. Hiçliğin ortasında. İçimde af dilediğim diyarlardan kalma buruklukla.
Tanrım.. Yazmak da olmasaydı neyin kellesini keserdik.
Tak tak..
Ardı belli bu hüznün. Melodiler kulağa çalınacak. Sahil kenarı soluklanması. Gözünü kırpmadan izlediğin idam sahnesi bilindik.
Ellerim üşüyor, parmaklarımda yanan sigaranın teni.
Neler söylemek istiyor ellerim de, işte, bilindik. Biliyor. Tanımladığım herkes üstelik. Bana ait hiçbir yer yok. Hiçbir yer.
Hiçbir.
Hiç.
Hiç!
Pencere kenarı sohbetleri, yine bilindik.
Sokak lambaları olması gerektiği yerde.
Yere düşen bozuk paranın sesini duyuyorum taa burdan. Cebinde kalan hiçbir şey yok.
Hiçbir şey.
Hiçbir.
Hiç!
Sessizliğin köşesinde arkadan arkadan gelip de belinden sarılan yalnızlık var bi'. Hiçliğin bir yerinde.
Bir de renklerin solgunluğu var. Paylaşılmışlığın ve verilmişliğin acısını ellerinden anladığın o renklerin; rengin.
Gecenin rengi var. Bu renkte daha iyi anlatıyor insan kendini kendine. Kendini kendinden dinleyen kimseye. Ve her gecenin efendisi tüm çıplaklığıyla karşında. Alışılagelmişin telkini aldırmaz bir yorgunlukla yatağında. Uzanıp da sarıldığın huzur demir kapının kolunda. Orda burda tozlu kitapların. Çorapların. Sütyenlerin. Her dolap üstünde ağzına kadar dolmuş kültablaların var.
Yaşanmışlığın.
Yaşatmışlığın.
Geçmişliğin ve geç kalmışlığın var.
Sevmelerin var çokça. Ellerinden tutup da öptüğün renklerin var. Nefretlerin.
Yılmışlığın, yıpratmışlığın, fokların var.
Tükenmişliğin, tüketmişliğin, huzur arayan ceplerin, çimin yeşili bulanmış çorapların var.
Binbir mercek düşüşlerin, kahverengi bir köpeğin, bahçende solmuş çiçeklerin var.
Afların var ve ardların.
Kalanın var bir de.
Ne kadarın kaldıysa.
Dip: Dinleyesi de hatırlanası
18 Ocak 2014 Cumartesi
Sarhoşluktan önceki
Tasarım hatası diyaloglarla en çok biz bitirilir. Onca sevişmenin ertesi orgazmsız muhabbetlerin beli doğrulmaz. Oldurmaya çalıştığın onca ama'nın elleri kırılır, sokak lambası kanar.
Sus lütfen. Cevap verme.
Biraz içmişim eski günleri anarak. Odamın beynimi becerdiği sigara kokulu günler boynumdan yalamış beni. En çok konuşmaya hasret.
Anlatıyorum. Lütfen duyun beni. Beni anlayın. Yalvarıyorum anlayın beni.
Kavramasaydım avuçlarımla bunca şey'i nasıl saçmalayabilirim?
Parça parça tükeniş değil mi bitmekten öncesi. Parçaları görebiliyorum artık beynimin bodrumunda. Yeniden anlaşılmıyorum. Yeniden düşünüyorum. Düşünüyorum. Uyuyor o. Yanımda böyle. Ellerimi tutuyor. Dokunmadan uyuyamaz zira. Ben yamacında, düşümde binlerce düşüş, kesmişim kellesini, ellerimden akar trenler. Kaçmamışım kaybolmayım diye. Durmuşum yanında böyle. Yanında durmuşum ben.
Çok yakaladım ahengi de avuçlarımdan kayıvermesini umursamadım. İlk defa sarılıyorum; tüm yaşamım boyunca ilk defa bir şey'e, kimseye sarılıyorum.
Kaos zorunluluk tabii. Bunca istemediklerimi yangından kurtarmışken, istediklerimin derisi yüzülür mü? İşin tuhafı, kurguladığım hayat bu.
Benim hayatım.. Yaşama konusundaki malum beceriksizliğimi kitap ayracı yapıp da odalar kuşattığım. Benim hayatım yahu. İçine etmekten bıkmadığım. Hayatım diyorum, babamın saçlarımı okşadığı zamanı kaçırdığım.
Gömülüp gömülüp en derinlere boğulmaktan vazgeçmediğim hayatım.
Susun!
Anlatıyorum, yalvarıyorum susun!
Bu boktan hayatımdan daha iyi birisi değilim. Biliyorum. Ne kavradıysam, un ufak ettim bunca zaman. Tutmayı da sarılmayı da bilmedim ben.
Bulantım durmuyor.
Çok eski bir zamandan kalma; duyduğum, bildiğim, hissettiğim, tattığım. Ama korktuğum, ağladığım, anladığım, haykırdığım.
Tanrım! Bunun bir alternatifinin olmadığının bilincindeyim. Lütfen, ölümüm de midemden olsun.
Sevgilim...
Tik tak tik tak...
Sus lütfen. Cevap verme.
Biraz içmişim eski günleri anarak. Odamın beynimi becerdiği sigara kokulu günler boynumdan yalamış beni. En çok konuşmaya hasret.
Anlatıyorum. Lütfen duyun beni. Beni anlayın. Yalvarıyorum anlayın beni.
Kavramasaydım avuçlarımla bunca şey'i nasıl saçmalayabilirim?
Parça parça tükeniş değil mi bitmekten öncesi. Parçaları görebiliyorum artık beynimin bodrumunda. Yeniden anlaşılmıyorum. Yeniden düşünüyorum. Düşünüyorum. Uyuyor o. Yanımda böyle. Ellerimi tutuyor. Dokunmadan uyuyamaz zira. Ben yamacında, düşümde binlerce düşüş, kesmişim kellesini, ellerimden akar trenler. Kaçmamışım kaybolmayım diye. Durmuşum yanında böyle. Yanında durmuşum ben.
Çok yakaladım ahengi de avuçlarımdan kayıvermesini umursamadım. İlk defa sarılıyorum; tüm yaşamım boyunca ilk defa bir şey'e, kimseye sarılıyorum.
Kaos zorunluluk tabii. Bunca istemediklerimi yangından kurtarmışken, istediklerimin derisi yüzülür mü? İşin tuhafı, kurguladığım hayat bu.
Benim hayatım.. Yaşama konusundaki malum beceriksizliğimi kitap ayracı yapıp da odalar kuşattığım. Benim hayatım yahu. İçine etmekten bıkmadığım. Hayatım diyorum, babamın saçlarımı okşadığı zamanı kaçırdığım.
Gömülüp gömülüp en derinlere boğulmaktan vazgeçmediğim hayatım.
Susun!
Anlatıyorum, yalvarıyorum susun!
Bu boktan hayatımdan daha iyi birisi değilim. Biliyorum. Ne kavradıysam, un ufak ettim bunca zaman. Tutmayı da sarılmayı da bilmedim ben.
Bulantım durmuyor.
Çok eski bir zamandan kalma; duyduğum, bildiğim, hissettiğim, tattığım. Ama korktuğum, ağladığım, anladığım, haykırdığım.
Tanrım! Bunun bir alternatifinin olmadığının bilincindeyim. Lütfen, ölümüm de midemden olsun.
Sevgilim...
Tik tak tik tak...
29 Ekim 2013 Salı
geber mavi, geber!
zamanı var daha mevsimin
içindeki o mutluluk kıvılcımını uyandıran renkler arkanda kaldı
nasıl da heveslisin yalnızlığa körükle gitmeye
ellerini titreten yenilgilerin ardından
yoruldun da düşemedin mi o sevişilesi yere?
karanlığa mavi süren masum inlemelerin
hatırlatmıyor mu kırların pastelliğini
nedir bu ölüm tutkusu?
nedir ölümle bu samimiyet?
körolası gecelerin aksak yürüyüşleri mi itiyor seni tek başınalığa
nedir bu adını unuttuğun mutluluk tiyatrosunun sessizliği?
uyutuşu kendini,
unutturuşu.
sarılırken birilerine tedirgin olduğun hayat sahnesi mi
yoksa uçurtmanın gölgesinden firar ettiğin çocukluğun mu?
nedir bu mavinin soluğunun ötesindeki
cennetin kapısı çalınıyor da buyur eden mi olmuyor?
nedir bu mutlanmanın sevimsiz kaypaklığı?
umutlanmanın kısırlığı.
içini kavuran düşüşlerin ocakta yanışı cayır cayır?
seslerin cümbüşü kulaktan çalar kapıyı unutma
geçmenin en güzel yanıdır susmalar
sarıl tüm bu'nlara ve amalara.
biliyorsun içten içe,
içindeki o alev en çok sönmeye tutkun.
biliyorsun..
ertelenmiş yalnızlığın dibindedir şişe.
içindeki o mutluluk kıvılcımını uyandıran renkler arkanda kaldı
nasıl da heveslisin yalnızlığa körükle gitmeye
ellerini titreten yenilgilerin ardından
yoruldun da düşemedin mi o sevişilesi yere?
karanlığa mavi süren masum inlemelerin
hatırlatmıyor mu kırların pastelliğini
nedir bu ölüm tutkusu?
nedir ölümle bu samimiyet?
körolası gecelerin aksak yürüyüşleri mi itiyor seni tek başınalığa
nedir bu adını unuttuğun mutluluk tiyatrosunun sessizliği?
uyutuşu kendini,
unutturuşu.
sarılırken birilerine tedirgin olduğun hayat sahnesi mi
yoksa uçurtmanın gölgesinden firar ettiğin çocukluğun mu?
nedir bu mavinin soluğunun ötesindeki
cennetin kapısı çalınıyor da buyur eden mi olmuyor?
nedir bu mutlanmanın sevimsiz kaypaklığı?
umutlanmanın kısırlığı.
içini kavuran düşüşlerin ocakta yanışı cayır cayır?
seslerin cümbüşü kulaktan çalar kapıyı unutma
geçmenin en güzel yanıdır susmalar
sarıl tüm bu'nlara ve amalara.
biliyorsun içten içe,
içindeki o alev en çok sönmeye tutkun.
biliyorsun..
ertelenmiş yalnızlığın dibindedir şişe.
5 Ekim 2013 Cumartesi
Geçiyordum
Kış geliyor, artık sık sık uğrarım buralara. İki damla yaş akıtırız beraber. Özleriz belki. Belki de hiç özlemeyiz. Hisseder miyiz be? Böyle hücresinden tut da iliklerine kadar? Hissediyor muyduk birbirimizi, bizi, anlayabiliyor muyduk? Sevebiliyor muyduk.. Sevişebiliyor muyduk.
Taa derinlerden gelen pürüzllü yaşantılarda esir oldum bunca zaman; ara ara. Ara ara yaşamayı severim ben. Ara ara çoğalmayı, karışmayı diğerlerine sonra siktirip gitmeyi. Sıkılmayı severim en çok. Konservatif çareler üretmeyi. Hapsetmeyi kendimi dibine, mantar tutmasını üstümün başımın. Huzursuzluğu da severim aslında. Bunca ay sevgili koynunda huzura bulansa da elim yüzüm burnum. Huzursuzluğu bir başka severim.
Zordu di mi diri bir enerji yumağı ile ayağa kalkmak. Koşmak ölesiye ufuklara doğru. Bazı sahneleri arşivlerden çıkarmak lazım lakin, sokağında yenilendiğimiz o eski lamba mesela. Hani en güzel mavilere tepesinden bakan, korkunun ve yaşama tutunma beceriksizliğinin üstesinden gelecek kadar özgüven içinde yaşadığımız o sahneyi. İnandığımız. İstediğimiz, ileri attığımız.
Çıkış var. Öteki tarafın esintisi boynumuzu yalayalı yıllar oldu.
İyi de neden ulaşamadık hala?
Ulaşamadım?
Çıktım da görmedim mi?
Randididon.
Sübolop lop.
Okuyor musun hala?
Löp löp etler de vardı be..
Geçtim ben.
N'aber?!
Not: Şen ola Forzaa şen olaaaa.
Koyduk mu???
Taa derinlerden gelen pürüzllü yaşantılarda esir oldum bunca zaman; ara ara. Ara ara yaşamayı severim ben. Ara ara çoğalmayı, karışmayı diğerlerine sonra siktirip gitmeyi. Sıkılmayı severim en çok. Konservatif çareler üretmeyi. Hapsetmeyi kendimi dibine, mantar tutmasını üstümün başımın. Huzursuzluğu da severim aslında. Bunca ay sevgili koynunda huzura bulansa da elim yüzüm burnum. Huzursuzluğu bir başka severim.
Zordu di mi diri bir enerji yumağı ile ayağa kalkmak. Koşmak ölesiye ufuklara doğru. Bazı sahneleri arşivlerden çıkarmak lazım lakin, sokağında yenilendiğimiz o eski lamba mesela. Hani en güzel mavilere tepesinden bakan, korkunun ve yaşama tutunma beceriksizliğinin üstesinden gelecek kadar özgüven içinde yaşadığımız o sahneyi. İnandığımız. İstediğimiz, ileri attığımız.
Çıkış var. Öteki tarafın esintisi boynumuzu yalayalı yıllar oldu.
İyi de neden ulaşamadık hala?
Ulaşamadım?
Çıktım da görmedim mi?
Randididon.
Sübolop lop.
Okuyor musun hala?
Löp löp etler de vardı be..
Geçtim ben.
N'aber?!
Not: Şen ola Forzaa şen olaaaa.
Koyduk mu???
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)