26 Ekim 2015 Pazartesi

Her bahar gittiğimiz o boktan yeri bilen var mı?

Güzel şeyler inşa ettiğim küçük bir zaman diliminden parmak uçlarımda, kimseyi uyandırmadan geçtim. Yine'lerin yeni'lerle bir olduğu gün aşırılarında taze biçilmiş çimen kokusu kaplamaya başladı beyin hücrelerimi. Ben yine bildiğim gibi yazdım.
-Ah bu yinelerin saçlarını çeksinler.
Tüm öznesi olmayan cümlelerin yitirilmiş künyeleri bana kaldı; yine. Yine var etmek, sonra'ları kimsenin duymadığı bir cisme bürümek, durak-ev yolunda hıçkırıklarla bir bankta soluklanmak, bana kaldı. Yaşamaktan çok var etmeyi arzuladığımdan,ya da var ettiğimin çırılçıplak benliğini, gerçekliğinden daha çok sardığımdan gitmelerle arama bir mesafe koyamadım. Tutunası olmayanları un ufak ettiğim -mişlerle ne de dik yürümüştüm bunca yolu oysa. Ayların kaç kilometre yaktığını bileniniz var mı?
Tutkulu anların mucizesi kılcal damarlarımı yaktı, nefesimin kesilmesinin başka bir anlamı olamazdı herhalde. Cennet bizlere göre değildi zira. 
F. Altay metrosunda yalın ayak uzanmış çocukların elini cebine sokması, benim metroya biniş boşluğumla aynı tabutta. Özgerçekliğin içinde odası tütmüş yetim gibi kalmak, eh, bilirsiniz, yine bana kaldı. Düşerek yankı ve uçurumlar yarattım kendime, 25 yılımın büyük bir bölümü böyle geçti. En ufak bir sahne; ışığın yarattığı ince bir değişim, Ekim'de sobası yanan bir oda, gökyüzüne salınmayan dilek balonları, duvarın öte yanındaki bir ses, küçücük koridorda aslında çok da iyi tanıdığım bir insanın ayak sesleri, giriş kapısı, ayakkabılık, ufacık mutfak, bana ait olmayan tüm bu şeyler, yankıların, özlemlerin içinde düşüncelerimin geleceğini yere yığıyor. Her duyguda başka bir insandım ben oysa "hosçakal" demeden önce bilmeliydin. Tanımlanmamış her izlenimde azap çekerek yenilenmek, hüzünden bir boşluğa düşmek, düştüğüm yerde ellerini bulmak gerekti. Döngüyü böyle değiştirmeyi denedim bu sefer. Bana ait olmayan izlenimlerle yaşadım şu kısacık zamanda. Bugünse korkularınla tüketiyorum kendimi, kendim olma şeklimle bile benden olmayan duyguları sarmalıyorum. Oysa, aktarmalı uçakta, ne kadarım kaldıysa, bir adama sarılacak, o adamın koynunda mücadele edecektim bu boktan dünyayla.

Kalan parçalarımla uzandığım adamın koynunda işkenceler. Kırılmış dişler, yarık ayaklar, yarık düşler, fişlenmiş umutlar gördüm.
Kalan parçalarımla uzandığım adamın koynunda, Ankara'yı, ölümlerin asıl çaresizliğini, boktan geleceğin tohumsuzluğunu, yitirilen koskocaman gözleri gördüm.
Kalan parçalarımla uzandığım adamın koynunda, her şey olabilenin düşlerini, Roma imparatorluğunu, İngiltere kralını, bir de tel örgüleri gördüm.
Kalan parçalarımla uzandığım adamın koynunda, başka bir dilde sevmeyi, coğrafyaları, sınırları, sınırı olmayanları, kimliksizleri gördüm.
Kalan parçalarımla uzandığım adamın koynunda, dağların uçsuz bucaksız umutlarını, şehrin korkutan ışıklarını, denizde uzaklaşan gemilerin dümenini gördüm.
Kalan parçalarımla uzandığım adamın koynunda, bileklerinden öpülmüş çırılçıplak bir kadın, donuk gözleriyle elindeki simiti dünden on parçaya bölmüş bir çocuk, an'ın dingin huzurunu gördüm.
Kalan parçalarımla uzandığım adamın koynunda,
kalan parçalarımı gördüm.