9 Eylül 2014 Salı

Önemsiz ağlatı

Gece sızıyor içeri. Geceyle birlikte sen ellerime dokunuyorsun. Umutsuzluktan bozma bir yatakta, uzanıyoruz tavanın içinden geçercesine. Biraz daha baksa tüm hayallere dokunacak iki beden, uzanmış, rigor mortis. Sanki. Sanıyoruz. Sancıdan geliyor farkındalık. Doğumdan. Ölümden. Tanıdık dağıtmalardan, dost sofralarından, erte'lerden ard'lardan ve yeniden'lerden.
Ne diyordum. Biraz daha baktık işte. Aynı gökyüzünde ayrı, aynı tavanda yan yanaydık. Dokunsak dağılacaktı. Uzandı eller. Ne de olsa sönmeye tutkun bi' ateş var içimizde. Tavan darmadağın, hayaller darmadağın, yeni doğmuş köpek yavruları darmadağın..
Ne yastığı ne çarşafı ne de bu kahrolası sensizliği düzeltebiliyorum. Kendime dönmek için gittiğim temmuz'lara selam vermeden kaçışlarım, senden ve sevgimden, hatta yaşatabildiğim tüm mavilerden. Yaz çocukları bilir. Eylül olmasan sen de bilirdin. Bunca gidişten sonra koşa koşa sana geliyor ruhum yine. Yolu yol değil ama, her şey sana geliyor. Plaklar, kitaplıklar, lav lambaları. Bana kalan hiçbir şey yok. Onca dağ tepe aşıp yanına koşuyorlar. Cadı kazanları kaynıyor. Ben kalıyorum yine kendimle. Bu kabusun biteceğini düşünsem de, bunun gerçekleşmeyeceğini biliyorum. Kazana atıyorum kendimi, boynumdan başlıyorum yanmaya. Sonra bir yel esiyor haliyle "iyi değilim" cümlesi midemi bulandırsa da yalan söyleyecek gücü olmayan kırmızı papuçlu tavşanı oynuyorum. Bir duvar lazım, arkamı yaslayabileceğim aslında. Bir duvar lazım evet.
Yine sen haliyle. Kafanda onlarca Ben ile, Dante'nin tüylerinin kaldığı koltukta ayaklarını dikmişsin. Etrafından geçenler bir bir bıçak kenarı. Öpüp saramıyorum da. Oysa ne zaman bir buluta düşsem, aklıma sen gelirsin. Ne zaman sevdiğim bir tat dilime bulaşsa, aklıma gelirsin. Ne zaman kulaklarımda Pearl'ün sesini duysam, aklıma gelirsin, Ne zaman bir mevsim kaynatsam, aklıma gelirsin de uzanamam. Bu tarifsiz acının -ama herkesçe bilinen- verdiği tükeniş saçlarından başlıyor yıkamaya böyle anksiyete bozukluklarımda.

Zamanı var diye bekliyorum sevgilim. Kanayan ruhundan biliyorum her şeyi. Her sabah aynı düş ve her akşam aynı düşüşle bekliyorum; plazmaların gerilmediği, kaldırımların yumuşacık olduğu o zamanı. Umut sancısı. Bir fare gibi kemiriyor beynimi. 
Bunca anlatı boşa. Siktir et bir bok da tarif edemedim zaten. 
Sadece bil, bahçedeki çimler sen olmadan daha mutlu değiller.
Daha mutlu değil varlığım. Daha mutlu değil yaptığım yemekler, yıkadığım çarşaflar. Daha mutlu değil giymeye kıyamadığımdan idama giden uyku tişörtlerin ve çocuklarım.
Bil işte.
Bil ve tut artık kolumdan.
Bir yolunu buluruz.
Siktirolup gideriz mesela.

Ya da boş ver.
-Ne kahveye süt, ne yerleşik bir düzen ne beyaz üzerine mavi ne de lacivert..
İki ok sadece. Ayrı yönlere giden.
Havayı delip geçen.