24 Nisan 2014 Perşembe

Varlık kadar

Alela'yı dinleyerek yazıyorum.
Burada. Hiçliğin ortasında. İçimde af dilediğim diyarlardan kalma buruklukla.
Tanrım.. Yazmak da olmasaydı neyin kellesini keserdik.
Tak tak..
Ardı belli bu hüznün. Melodiler kulağa çalınacak. Sahil kenarı soluklanması. Gözünü kırpmadan izlediğin idam sahnesi bilindik.
Ellerim üşüyor, parmaklarımda yanan sigaranın teni.
Neler söylemek istiyor ellerim de, işte, bilindik. Biliyor. Tanımladığım herkes üstelik. Bana ait hiçbir yer yok. Hiçbir yer.
Hiçbir.
Hiç.
Hiç!
Pencere kenarı sohbetleri, yine bilindik.
Sokak lambaları olması gerektiği yerde.
Yere düşen bozuk paranın sesini duyuyorum taa burdan. Cebinde kalan hiçbir şey yok.
Hiçbir şey.
Hiçbir.
Hiç!
Sessizliğin köşesinde arkadan arkadan gelip de belinden sarılan yalnızlık var bi'. Hiçliğin bir yerinde.
Bir de renklerin solgunluğu var. Paylaşılmışlığın ve verilmişliğin acısını ellerinden anladığın o renklerin; rengin.
Gecenin rengi var. Bu renkte daha iyi anlatıyor insan kendini kendine. Kendini kendinden dinleyen kimseye. Ve her gecenin efendisi tüm çıplaklığıyla karşında. Alışılagelmişin telkini aldırmaz bir yorgunlukla yatağında. Uzanıp da sarıldığın huzur demir kapının kolunda. Orda burda tozlu kitapların.  Çorapların. Sütyenlerin. Her dolap üstünde ağzına kadar dolmuş kültablaların var.
Yaşanmışlığın.
Yaşatmışlığın.
Geçmişliğin ve geç kalmışlığın var.
Sevmelerin var çokça. Ellerinden tutup da öptüğün renklerin var. Nefretlerin.
Yılmışlığın, yıpratmışlığın, fokların var.
Tükenmişliğin, tüketmişliğin, huzur arayan ceplerin, çimin yeşili bulanmış çorapların var.
Binbir mercek düşüşlerin, kahverengi bir köpeğin, bahçende solmuş çiçeklerin var.
Afların var ve ardların.
Kalanın var bir de.
Ne kadarın kaldıysa.


Dip: Dinleyesi de hatırlanası