18 Nisan 2013 Perşembe

Bu sefer sağlam battım

Gözlerim, dudaklarım, ruhum...
Marissa Nadler çalıyor fonda. Yaşamak bugün zor, çok zor. sonsuz bir uykuya dalmak istiyorum. Parmak uçlarım zayıf. evreni sarıp sarmalayacak herhangi bir nedenim yok, böyle durumlarda annemi seçiyorum. Onun sevgisinin yükümlülüğü altında özgürce gidemiyorum. Belki de yalnızca tutanağım bu. Bilmiyorum
Ellerim titriyor. Göz kapaklarım donuk. Küçük bir kalıba bile sığmıyor yaşama hevesim. Bu şehirde başımı yaslayacak pis bir bank bile bulamıyorum. İnsanlar kalabalık bir çoğu temiz maskelerini takmış dolaşıyor. Bu samimiyetsizlik altında ağız tadıyla ölemiyorum bile. Oysa, oysa sürekli gidecektim. Bilmediğim o sokakların tükürülmüş kaldırımlarına oturup daha leş bir insan olmak için bir sigara daha yakacaktım.

Tükeniş devam ediyor..


Yalıtılmış herhangi bir ses uykularımla sevişmiyor artık. Tavanımda renkler yok. Zihnim çürük bir elma gibi. Elma sevmem ben.

Otobüsten indim. Kulağımda Famous Blue Raincoat çalıyor hala. Ayaklarımı sallandırdım denize doğru. Ve bir sigara, bir sigara daha. Denizin rengi mavi. Güneşin rengi mavi. Gemilerin rengi mavi. Tanrım. Her yer mavi.
Ölüyor muyum?
Gözlerimden akan yaşları sildim. Rüzgardan..

Alabildiğine karanlık içim ve varlığım hissedebildiğim tek şey. Iskalamış bunca yaşam kırıntısı, çırpınan bunca karınca..
Ben yine gittim en çürük yanından tuttum tabii. 
Telaş yok, yüzleşiyorum. Ellerim hala güçlü.

Dağıtmak güzel geliyor bana; bilincindeyim. Ağırlıkları atmaya hevesliyim önceki günden. Girdiğim bok çukurunun inanılmaz bir zerafeti var. Boynumdan çekiyor beni.
Toparlanmam gerekir belki de bu sefer. Gözardı etmem gerek. Fakat olmuyor. Aynı huzursuzlukta ve ebedi mutsuzlukta buluyorum kendimi yatakta, uyuyagitmek üzereyken..
Benim gibiler için bir sürü sıfatlar kullanıyorsunuz, biliyorum. Ama bu boktan evrenin bir yerinde var olduğumuz gerçeğini değiştirmiyor bu.
Maalesef, varlık inkar edemiyor.
İtin beni, daha uzağa, daha karanlığa, daha soluğa itin beni.
Unuttuğunuz bazı kavramları unutamam ben, kafamın dağınıklığı bu yüzden.

Anlam.. Kaybolduğu gibi aniden belivereceğine dair küçücük bir inanç.. Orada bir yerde. Ayacıklarının hemen önünde.

Sevgilim yanılıyor.
Ne kadar onlinesam, o kadar yalnızım aslında..

2 Nisan 2013 Salı

Çık o ırmağın içinden!
Yeşertmeye çalıştığım bunca kavramı almadan
Çık!
Seni bekliyor karanlık kuytular,
anılarını boynundan asan
hıçkırık sesli yudumlar.
Çık!
Bırak da iki yaşlı yamacına otursun
Ve anlatsın tüm olup biteni.
Elleri kırışmadan,
nasıl kırışırmış bir insanın yüreği.
Çık da anlatsın.
Aydınlan güneşin portakal renkli huzurunda
Görmüyor musun?
Seni bekliyor kırlar ve sokaklar
En kirli ama en masum kokularıyla.
Akan o pis suyun sesi bir uyanıklık yapsın
alıp götürsün seni can bulan topraklara
Ya da, bir bulut okşayıversin saçlarını
Annenin dizinde uyan.
Dış kapının eşiğinde otur biraz,
dinlen bir nefes al.
Gör o cümbüşün ne kadar da soluk renkli olduğunu
Asfaltta pişen yumurtanın şenliğini kokla,
gülümsettiği onca çocuğun suratını düşünerek.

Fark etmiş olman lazım.
En boktan çukurdasın, en güzel yaz günlerinde bile
Üstün başın kir pas
Dizlerin ve dişlerin paramparça.
Çık.
Aklar düşen saçlarında, gamzeli bir kız çocuğu ip atlasın.
Aynaya bak.
Her bir yanından büzüşmüş tenin, kalbin ve hislerin
İsimler bir yabancı, uzak şehirlere göç eden.
Sesimi dinle!
Çık oradan!
Yalnızlığın çiçeği herkesden çok sevilirmiş.
Çık oradan.
Ama;
Ayağa kalk önce.