30 Nisan 2012 Pazartesi

Bokum gibi olmuş yeni blog

Bir şeyler karalayacaktım İstanbul hakkında, dünya hakkında, çocuklar hakkında, kızçeler hakkında...
Hatta burayı açtığımda Sevgili Rodolfo'nun bulduğu bir aralıkta yorum yaptığını görüp mutlu olmuştum. Fakat bu yeni blog şeysi yüzünden yanlışlıkla yorumunu sildim. İçim cız etti. Çünkü o, buralara pek uğrayamıyor ve uğradığı bir zaman diliminde yorumunu bırakıyordu. Aptallığım, şaşkınlığım yüzünden bu küçücük anıyı kaybettim.

Beğenmedim bu halini buraların. İnternet üzerindeki değişikliklere pek alışamıyorum.

Hevesim kaçtı zaten. 

Rodolfo; iyi ol oralarda. Ve tez zamanda gel.

19 Nisan 2012 Perşembe

Tam da yazıyord-

Unutuyorsun en çok. Bu, hatırlamak kadar da acı veriyor üstelik. Yaşanmışlıklar toz bulutu olup da sarıveriyor odanı. Nefes aldıkça anı çekiyorsun ciğerlerine. Astım krizlerin tutuyor sindirdiklerine dair. Kurtuluş yok. İnhalasyon cihazı kullanır gibi, doğrudan kalbine ve beynine gitsin diye, zaman çekiyorsun içine. Sonu yok pencerene küstahça sızmış bu öteki dünyanın. Ucu bucağı yok. Sen yine de çıplak ayak gelsin diye bekliyorsun onu. Eh, cennetten gelecek ya. Çıplak ayak. Üstelik rengiyle.
Bekliyorsun işte. Unutuyorsun, hatırlıyorsun, sonunda ise hep acı çekiyorsun. Atomu parçalar gibi acını parçalıyorsun sonraları. Utanmadan bir de dağıtıyorsun ki; aynı cins acılar birleşip onu oluşturmasın
..


Bunu az evvel Tom Waits dinlerken karaladım. Yoksa kendi ortalamamın oldukça altında bir acıyla geçirdiğim gündü. Eh Umut olunca böyle geçiyor günler. Serpiştirdiğim onca Emi'yi köşeye itip huzurlu bir Emi yaratıyor o, bunu kendimden başkasının yapamayacağını düşünürken hem de.

İtiraf ediyorum ki, Umut hayatımda oldu olalı, pencereyi huzurlu açıyorum. Esen efil efil rüzgar vardı ya hani, ellerimiz kenetlenmişken hissediyoruz onu en çok. Gondola biniyor çığlık atıyoruz bazen. Bazen de kiralık bir bisiklete binip dünyayı turluyoruz, döndüğümüz yer Seferihisardaki otel odamız oluyor. Bazen de bir kitap kapağı hakkında saatlerce düşünüyor, yorum yapıyoruz. Birbirimizin göremediği pencereler açıyoruz gerçeklikler diyarımızda.

Hepimizin zaman zaman kahramanlara ihtiyacı olur. Evet. Biri superman kıyafetlerini giyip dünyayı kurtarır gözümüzün önünde. Bazen bana ne deriz, bazen de kurtarılan o dünyanın kendimiz olduğunu farkeder elimizi uzatırız.
Yine de inatla dönmeye devam eder dünya başka eksenlerde. Birileri de çıkıp atomu parçalar işte.
Bense o esnada kahvelerimizi doldurup, Umut'un oturduğu koltuğun karşısında bağdaş kurarak defalarca dünyayı kurtarırım.
Ben ki biri keman çalsa yaşama hırsıyla dolar taşarım,kendimi zevkten öldürebilirim, bütün kadınlar için aşktan ölebilirim, bütün şehirler için gözyaşı dökebilirim, buradayım, çünkü hayata başka çözüm yolu yok. Oscar Wilde'a hayrandım, çünkü iri bir hayvanı andırıyordu; sadece bir su aygırı gibi sıçarken hayal edebiliyordum onu; ve bu imge doğruluğu ve saflığıyla büyülüyordu beni. Hemcinsim olduğunu söyleyen gelsin de yüzüne tüküreyim. Kimse benim sanatıma eşlik edemez, çünkü kendisine tapındığım ve içine sıçtığım için benim sanatım sanatların en güçlüsüdür. ve kalbim, tutkusundan taş devri çıplaklığını yaşıyor. ehlileşmek istemiyorum. çünkü aralıksız heyecanlıyım. Dünyanın bütün lokomotifleri aynı anda düdük çalsalar, çaresizliğimi dile getirmezler. ben, belki de hiçbir şey olamamışların kralıyım. çünkü herhangi bir şeyin kralı olduğumdan adım gibi eminim. Şunu iyice bilin ki sanat burjuvalarındır.Burjuva derken şunu anlıyorum: imgesiz bir adam. Sayın Andre Gide, kusura bakmayın, rahatsız ettim ama boksu edebiyata yeğlediğimi size açıklamam gerekiyordu.

                                                                                                                                   Arthur Cravan

Dip: ‎'Toplumun intihar ettirdiği' bir dadaist. Sürrealizmin canı -hemen Dali çağrışıyor efenim, alâ(ala)- Üstüne bir de aşık, en güzeli de anarşist. Bu nedenle bahsettiğim 2 grupta da yer almayı redetmiştir. Yakışıklı da. "İmgeli" bir adamdır. Pek de doğru konuşur.

Dip 2: Şu radyoyu pek severdim ben, Akar geçenlerde sevdiği bir parçaya denk gelmiş linki yollamıştı keyifle dinlemiştik, parçayı hatırlarsam buraya eklerim.
Blues, jazz her şey var burda. Buyrun; http://www.jazzradio.com/blues

8 Nisan 2012 Pazar

la la la

Bugün yazı yok, içsel karmaşa yok, bugün yalnızca müzik var. Bazısı Umut'un elinden geldi buraya, bazısı benim bazısı da Merve ve Burç kızanlarımın.
Masa burada, sandalyeler falan feşmekan...

Bazılarımız Father Of Country Music diyoruz ona, vuupp diyişini yediğim. Şarkı sözlerini benimsemiyorum, anektod olarak geçmek istedim şuracıkta eheh. Dik kuyruğumu eşekler kovalasın! :)

http://www.youtube.com/watch?feature=player_embedded&v=1NG909ToXBg


Şimdi gelecek gruba benim çok önyargım vardı. Tiplerinden olsa gerek, yaptıkları müziğin epey keyifli olmasına rağmen görüntüleri beni hep ürkütüyor.
Ama bu grup devrinin en iyi gruplarında biridir nezdimde.


Ah ya bu adamı daha önce paylaşmıştım sanırım. Turn The Page'i ile. Yineleyim bildiğimiz Turn The Page bu, hayır Metallica bestelemedi bunu, bu şarkının babası Bob'dur, hakettiği değeri görmüyordur bu yüzden Emi sinirleniyordur. Çok tatlı söylemişler, ye yee yeee diye dolaşıyorum evde bu şarkı yüzünden. Geliyor;

Bu parça mis gibi bir paça, bir sürü şey anlatan bir parça, insanı canevinde bulan bir parça, grup hakkında yalnızca tek albümle vuruşu yapıp gittiklerinden başka bir bilgim yok. Başka albüm de çıkarmamışlar. Bence yazık etmişler hem kendilerine hem bize."Tomorrow never comes until it's too late." diyip dıkşın diye beynimizden vuruyor. Ayrıca hem daha günlerden Pazartesi, Salı, Çarş.. Geliyor;

Umut'un eliyle direkt fizy'den geliyor bu da, Angie kadar değeri yoktur gözümde o ayrı, ama gençliğimi hatırlatır bana, ah ya, yaşlandık azizim. Geliyor; http://fizy.com/#s/20jsaq

Son olarak Merve ve Burçin'in eliyle geliyor bunlar da, ben Türkçe pek dinlemem, onlar sayesinde öğreniyorum grupları, pek çoğunu içime almıyorum ama bu şarkıyı çok keyifle dinledim. Ben naramı attım, ıslığımı çaldım, çığlığımı attım, etrafıma bile baktım. Ama en çok göbek attım eheh. Geliyor;