21 Eylül 2011 Çarşamba

Ben bilirim kendimi bilmesine de ya o

Kapıyı çarptıklarımın ardından düşünmek pek bana göre değil aslında. Tek suç fotoğraflarda(!)
Şu saate kadar içmiş olmamın verdiği bilinçle bulabiliyorum belki de sorabilecek hacet.
Sonunda, sorabiliyorum. Her duvara.
Bitti di mi dostum?
Hatta çoktan bitti de benim di mi anlamamakta bu kadar ısrar eden. Kanat çırpmaları düşününce en yüksek dağdan atlarken biz, belki de farketmiştim bitmeye yüz tuttuğunu? Ama benim farkedişim senin de farkındalığın değil miydi? Sen de farketmişsindir o vakit. Hep tüketene dönmedik mi yüzümüzü zaten..
Biliyorum dostum, biliyorum, vazgeçtin sen,
Kararlarım.. Kararlarımın suratına çarpasım geliyor.
Şimdi, ayrı düşmek varmış kaderde mi desek, hayır, ne olurdu demesek, diyemesek, dilimiz tutulaydı da, tıpkı eskisi gibi söyleyemesek. Söylemeyi ayıp saysak, yenilgi saysak, vazgeçilişlere inat saysak, yine., di mi ?

Her şey çok güzelken, derken, düştük mü ayrı gayrı. aynı sınıfta tanımadan. Tanımış saymadan. Ama düşündüğümde, sınıfa girerken baktığında, gözlerinin içinde, gözlerinin taa içinde, görüyorum.
sen de görüyor musun dostum? Görüyor da vazgeçemiyor musun yoksa, o, sonraki huzurdan ? İçin dışın his ve hislerine yenik onca sözle dolup taşıyor da korkuyor musun? Bu yüzden mi susuyorsun?

Yok, sus. Cevap verme.
Buymuş, yaşayacağız.

Ben de, biz de okuduk zamanında. Aşka dair, dostluğa dair, yitmeye dair, varolmanın dayanılmaz hafifliğine dair, çocukluğun avutuşuna dair, yaşamın asıl itibarı ile kaybetmek olduğuna dair..

Okumakla da kalmadık, bilenler bilir.


Yeniye muhtaçlık derken kalabalıklaştırmasak hani hata çizgilerini daha fazla ?
Bir formül sonucu karaladığım satırlar değil, öngörülerim, yaşadıklarımdan ortaya çıkmış değil. Öyle olsa dahi, açık olan kanalla denk değil hislerim, indirgemeyin..
Hoş, ne olacak ki şimdi anladığınızı farz edip üstünden rahatlamış bir vaziyette şöyle bir geçsem.
Dindirecek mi acımı ?

Hem benim acım sizin tatmininiz olacaksa, burada samimiyet nerede ?
Oynamayalım bu oyunu daha fazla. Hiçbirimiz masum değiliz.

Hadi, paylaşalım dünyaya ihanetlerimizin sorumluluğunu. Sonra kendi yüzümüze çarpalım. Onca yüze çarptığımız gibi.
Kendimize.
İçimize.
En içimize.

5 Eylül 2011 Pazartesi